Can Dündar'dan

belki aha önce biryerlede görüp okumuş olabilirsiniz ama bazı yazılar var birkaç kez okunsada güzelliğinden bişey kaybetmez tam tersi okudukca anlam kazanır..işte boylesi yazılardan..Hepimize içinde kıssadan hisse birşeyler düşmüyor mu?
---------
Kadın dediğin güzel olacak arkadaş.
Şöyle savurdu mu eteğini, ruhun rüzgarına kayacak. Bacakları, ayakları, bilekten bağlı ayakkabıya tutunan parmakları, seyrine doyamayacaksın. Bakımlı olacak kadın dediğin. Saçları ipek , topukları pembe, boynu ince, salındı mi kuğu gibi zarif olacak ve zarifliğinin ortasında bir hanımefendi barındıracak. Güzel olacak ama kaşı, gözü, bacağı, iki meme ucundan önce, sözü doğru, ruhu aydınlık olacak, güzelliği komple olacak. Korkmayacaksın gecenin bir vakti sol cenapta yüzünü gördüğünde. Yeni bir kabus gibi yaşamayacaksın gerçeği de. Güzel olacak ama, aklını evde tutacak kadar da akıllı.... Seni elinin tersiyle değil, avucunun içiyle kavrayacak... Bileceksin ki emin ellerdeyim, başkası tutamaz beni böyle. Rahat olacaksın yanında, çok konuşmayacak, beynini didiklemeyecek küçük kurtçuklarla. Sıradan ve kabullenir yaşamanın ne demek olduğunu sindirmiş olacak içine. Asla şatafat düşkünü olmayacak. Doğum günlerinde bir sıcacık öpücüğün yerini, tek taş bir De Beears'in alamayacağını algılayacak kadar doygun olacak. Hatırlaman yetecek özel günleri, pahalı bir hediyeyle savuşturmadan. Sadeliğin içinde fark edilir olabilmeyi, gösterişli kıyafetle bir tutmayacak. Duruşu, oturuşu, yürüyüşü abartılı değil, basit hiç değil, sadelikten oluşacak. Kendini süs bebeği gibi ortaya atıp, fingirdetmeyecek başkalarıyla.
Ekonomiden, politikadan, milli maçlardan ve kültürel olaylardan haberi olacak. Bizi kim yönetir, nasıl yönetir, demokrasi, monarşi, oligarşi nedir bilecek, saf hatun numarasıyla cahilliğini güzelliğiyle örtmeye yeltenmeyecek. Gezip, eğlenmesini bildiği kadar, pazar parasını kozmetiğe yatırmaması gerektiğini, domatesin, ekmeğin, soğanın, kıymanın kaç para olduğunu bilecek. Çak çak telefonda konuşup, niye böyle fatura geldi hayret tribine girmeyecek. Eşini dostunu kollayacak ama içi vıcık vıcık dedikodu yumağının içinde kaybolmayacak.
Marka düşkünü, moda düşkünü olmayacak kesinlikle... Takip edecek ancak yakışanı seçecek. Sökük, paça boyu, fermuar dikmeyi bilecek, her seferinde terzi aranmayacak link link. Elinden her is gelecek. Marifetlerini sadece seni elde ederken değil, seni elde tutarken de gösterecek ve tüm bunlar içinden gelecek içinden, göstermelik olmayacak. Adamın siniri bozmayacak, tepesini attırmayacak, cinleri başına toplamayacak, kör olası dilini gerektiğinde yutacak... Çarsı pazar görmesini, sana don kilot almasını, gömlek ayakkabı numaranı bilecek... ve zevki seni giydirecek kadar yerinde olacak, kendisini giydirmeyi bildiği gibi. Orada burada dedikodu yapmayacak, laf taşımayacak, ayıkla pirincin taşını durumlarına sokmayacak.
Ortalık, kahkahalarıyla sebepsiz çınlamayacak. Dekoltenin dozunu kaçırmayacak ama sıkı sıkıya da kendini ambalajlamayacak. Açık saçık olan elbisesi değil, sana olan ilgisi olacak ve bunu gösterebilecek medeniyeti...
Onu bir kediyi sever gibi seveceksin yanı başında ve huzurla... Öyle 'çağırdım, gelmedin, geç kaldın, aramadın, sormadın, kiminleydin, hesap ver' yapmayacak. Sana yüreğiyle güvenecek, inançlarıyla sokulacak. Bilmem kimin sözüne aldırmayacak, asla arkadaşlarının arkasından konuşmayacak, hele küfür hiç etmeyecek. Sinirini zorlamayacak, salya sümük ağlamayacak, kıytırık nedenlerden hır gür çıkarmayacak. Sözü dinlenir, anlaşılır olacak. Bir hatayı allayıp pullayıp abartmayacak. Gömleklerini o ütüleyecek ve o gömleğe hangi pantolon yakışır bilecek. Ama hayatı giyim kuşam üstüne kurulmayacak. Uyum ve uyumsuzluk nedir bilecek.
Bir kere, topuklu ayakkabıyla spor ayakkabının ayrımını yapabilecek arkadaş. Dağa çıkarken rugan ayakkabı giymeyecek. 'Of yoruldum, beni ara, beni al, beni bul, bunu isterim' değil, 'sence de uygunsa, yanındayım, ben gelirim, merak etme' olacak lügatında. Tereciye tere satmayacak yani. Hissettiğiyle yaptığı şey arasında uçurum olmayacak. Cesur olacak cesur. “Seni seviyorum” derken korkmayacak, başka şeylerin arkasına gizlenmeyecek ve arkandan laf söyletmeyecek....
Kadın dediğin iyi sevişecek arkadaş. Koyun gibi yatmayacak, kımıl kımıl olacak yatakta. Aklını başından alacak ama, aklını sadece bununla yormayacak. Delireceksin ama delirmen hastalıktan olmayacak. Uzanıverdi mi yanına boylu boyunca, göğsünde atan kalbinin yerine koyacaksın kendini, ruhunu, her şeyini. Aşksız yatmayacak yatağa ve sen bunu bileceksin.
Kadın gibi kadın olacak kadın dediğin, çıtır çerez niyetine yemediğin. Bir gecelik değil, ömürlük olacak ömürlük. Yıllara rehaveti değil huzuru taşıyacak. En seksi leydi olmayı da bilecek, hanım sultan olup sözünü geçirmeyi de...
Cıvık konulara takılıp zaman tüketmeyecek, küsmeyecek, süründürmeyecek. Kadın dediğin ayıp nedir bilecek. Sıkboğaz edip seni yalancı durumuna düşürmeyecek. Seni öyle bir tutacak ki arkadaş, sen bile şaşıracaksın öyle tutulduğuna. İki lafın başı, her tartışmada ayrılalım tehdidi savurmayacak. Sabırlı olacak ve asla gururuna dokunmayacak...
Tuzu az, şekeri çok gibi limiti olmayan prosedürsüz yemeklerle işi olmayacak. Şöyle pastırmalı kuru fasulyenin yanına tereyağlı pilavı konduracak şüphesiz. Salatasız oturmayacak yemeğe. Temiz olacak her şeyden önce, mesela köfteyi mıncıklarken elleri... Yahut pahalı parfümlerin sindiği, süslü püslü boyacı küpü gibi, her öptüğünde bulaşık bir tadın kaldığı bir kadını öpmeyeceksin. Buram buram aşka sarılacaksın arkadaş. Buram buram kadın kokacak kadın dediğin. Kadın dediğin güzel olacak ama eli yüzü düzgünden çok öte bir şey. Zeki olacak zeki, seni bir hamur gibi karmasını da bilecek, o hamura kendini katmasını da...
Paranın gücünü bilecek ama ne parasızlığın ezikliğini ne de paranın kudurmuşluğunu yaşayacak. Değerlerini bir anlık hevesler uğruna terk etmeyecek. Namussuzluğunu, ahlaksızlığını ancak ve ancak seni baştan çıkarırken kullanacak, yan gözle adam kesmeyecek, üstüne sevgili edinmeyecek. Sarışın, renkli gözlü, uzun bacaklı, beyaz tenli, ince bilekli dilber filan fasarya... Kadın dediğin hatun olacak arkadaş, sözüne güvenilir, olacak. Bileceksin ki konuşulanlar burada kalır, kapıdan çıkmaz bir daha. Ağzı sıkı olacak kadın dediğinin. Sırrını tutacak ama gününü bekleyip kusmayacak...
Para lazımcılardan, kürkçülerden, cep telefonu manyaklarından, dırdırcılardan, unutkanlıklarını senin üzerine atanlardan, kendi yetersizliğini seni suçlayarak rahatlayanlardan, raf süslerinden, tehtidkarlardan, kaçaklardan, kıkırdayanlardan, boş bakanlardan olmayacak. Saflığı, cahilliği, aptallığı oynamayacak, biraz ukala olabilir ancak sana rol yapmayacak. Komplekslerini güzelliğiyle örtmeye çalışmayacak. Bir şeyi çok isterse ve inançları doğrultusunda yapacak. En önemlisi kendini sevecek arkadaş, kendini sevmeyen kadından sana ne hayır gelir. Bir bakarsın ki yıllar sonra bu kadınla ne yatağa sığabiliyorsun, ne toprağa... Koluna takip gezmesini de bileceksin gururla, koynuna çekip sevişmesini de şehvetle.
Analığını da bilecek, çocuklarından saygı görmeyi de, anaya babaya hürmet etmeyi de... Kadın kadın olacak be, seni sadece sen olduğun için, sensin diye sevecek. Parayla pulla, kariyerle, güçle, kimin ne dediğiyle , sınırlamayacak. Hem sevgilin, hem arkadaşın, hem annen, hem çocuğun olacak, bağrına basacaksın huzurla... Bileceksin ki evde 'O' kadın tarafından beklenmenin zevkini hiçbir zevk yaşatamaz sana..
Öyle bir kadın işte… Oturduğunda bir büyük içecek seninle…

ERKEK DEDİĞİN.....
Seni elinin tersiyle değil avucunun içiyle kavrayacak. Bileceksin ki
emin ellerdeyim, başkası tutamaz elimi böyle. RAHAT OLACAKSIN YANINDA, çok
konuşmayacak, BEYNİNİ DİDİKLEMEYECEK. İnce olacak; seni senin kadar
düşünecek. Sen onu merak ettiğinde kendisine HESAP SORULUYOR havalarına
girmeyecek. Senin inceliğine karşı umursamaz sözler sarf etmeyecek. Adamın sinirini bozmayacak, sanki sen onun içinvarmışsın her ne zaman istese emrine amadeymişsin, o ne yaparsa yarsın her istediğinde yanında elinin altında olacakmışsın triplerine girmeyecek. Sen ona sevgini hissettirdiğinde, sen ona kayıtsız şartsız aşıkmışsın gibi havalara girmeyecek. Erkek dediğin ilgi gördüğünde ilgiyle, sen onun için
kendine baktığında, sırf ona daha güzel görünmek için giyinip kuşandığında
hiçbirşey olmamış gibi davranmayacak.Ruhunu okşamayı bilecek.romantik
olacak kimi gün habersizce kucağında çiçeklerle çıkıp gelecek.Özel günleri
unutmayı marifet sanmayacak.Kayıtsız olmayacak senin bütün zerafetine
karşı.Gerçekten seven kadın sevgi ve ilgi bekler, erkeğine verdiği aşkın
karşılığında küçük bir tatlı söz,kısa bir mesaj,bir çağrı bile onu mutlu
edebilir.Erkek dediğin bütün bunları cebinden para harcıyormuş gibi
cimrilikle yapmayacak.
Ben aranmayı,çok aramayı sevmem demeyecek. HERŞEY KENDİ İSTEDİĞİ GİBİ
OLSUN İSTEMEYECEK.Sadece kendi canının istemesine bağlamayacak her şeyi.
Erkek dediğinin hissettiğiyle yaptığı arasında uçurum olmayacak.CESUR
olacak CESUR.Seni seviyorum derken korkmayacak,başka şeylerin arkasına
gizlenmeyecek.Seviyorum deyip bir sonraki perdede kaçmayacak,özlüyorum
diyorsa gelecek,kaybetmek istemiyorum diyorsa KAYBETMEYECEK...Erkek dediğin
aşkına sahip çıkacak,onun bunun lafıyla yaşamayacak. Korkak olmaz erkek
dediğin...Aşksız yatmayacak yatağa ve sen bunu bileceksin. Bir baba şefkatiyle öptüğünde alnından bileceksin ki sevgisi geçici ve zayıf değildir. Ve sevgiyle öptüğünde dudaklarından bileceksin ki öpüşün tek sebebi şehvet değildir. Erkek dediğin ALDATMAYACAK. Aldatmak basitliktir.Seviyorum diyorsa aldatmaz erkek dediğin. Aldatıyorsa sevmiyor demektir.Erkek dediğin yakışıklı olacak çekici olacak ama bundan daha öte bir şey...ZEKİ olacak.>Kadının küçük yalanlara, bahanelere inanmayacağını, kendisini kendi gibi tanıdığını bilecek. KADININ ZEKASINI KÜÇÜMSEMEYECEK KADAR ZEKİ olacak. Zeki olacak, seni bir hamur gibi karmasını bilecek, o hamura kendisini katmasınıda. Değerlerini bir anlık heves uğruna satmayacak. Yan gözle hatun
kesmeyecek, üstüne sevgili getirmeyecek. Erkek dediğin önce sevecek. Kendini sevmeyen erkekten kimseye hayır gelmez. Bir bakarsın ki yıllar sonra bu adamla ne yatağa giriyorsun ne toprağa...Koluna girip gezmesini bileceksin gururla. Babalığını da bilecek,ana-babaya hürmet etmeyi, kadir kıymet bilmeyi, vefakarlığı, fedakarlığı.. Erkek dediğin seni koruyacak,kuşatacak. O nerede olursa olsun seni koruyacağını bileceksin. Pısırık olmayacak erkek dediğin.Erkek dediğin erkek gibi olacak güzelim. SENİ SADECE SEN OLDUĞUN İÇİN SEVECEK. Parayla pulla, kariyerle, güçle, KİMİN NE DEDİĞİYLE HAREKET ETMEYECEK. Hem sevgilin, hem arkadaşın, hem dostun, hem baban, hem çocuğun olacak, huzurla bağrına basacaksın.... (Can DÜNDAR)

birde CAN YÜCELİ analım....
Bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne.
"O olmazsa yaşayamam." demeyeceksin.
Demeyeceksin işte.
Yaşarsın çünkü.
Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki.
Çok sevmeyeceksin mesela. O daha az severse kırılırsın.
Ve zaten genellikle o daha az sever seni,
Senin onu sevdiğinden.
Çok sevmezsen, çok acımazsın.
Çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem.
Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin.
Senin değillermiş gibi davranacaksın.
Hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de
korkmazsın.
Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın.
Çok eşyan olmayacak mesela evinde.
Paldır küldür yürüyebileceksin.
İlle de bir şeyleri sahipleneceksen,
Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin.
Gökyüzünü sahipleneceksin,
Güneşi, ayı, yıldızları...
Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak.
"O benim." diyeceksin.
Mutlaka sana ait olmasın istiyorsan birşeylerin...
Mesela gökkuşağı senin olacak.
İlle de bir şeye ait olacaksan, renklere ait
olacaksın.
Mesela turuncuya, yada pembeye.
Ya da cennete ait olacaksın.
Çok sahiplenmeden, Çok ait olmadan yaşayacaksın.
Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi, Hem
de hep senin kalacakmış gibi hayat.
İlişik yaşayacaksın. Ucundan tutarak...
Walla LADY SADE çok kötü oldu bunları yazmanız. Aldı mı beni bir dert.
Erkek dediğin ' i okudum - aman dedim ameliyat için hemen randevu alayım böyle bir erkek peşine düşeyim.
Sonra , Kadın dediğin güzel olacak arkadaş ' ı okudum - yok yok halim iyi böyle kadını aramaya devam dedim.
Sonra kafamda bir şimşek çaktı. - Biseks olayım ikisinden de faydalanayım dedim.
Şaka bir yana her ikside çok güzel yazılar. Kadınların da erkeklerinde kenidlerine örnek almaları gerektiren bir çok hususu barındırıyor.
Teşekkürler.


BİR KADIN AĞLARSA
Bir kadını ağlatmak zor değildir aslında. Kadınlar herşeye ağlayabilir; bir filme, bir şarkıya, bir yazıya. En az erkekler kadar yani! ama bir kadını yürekten ağlatmak zordur. Eğer bir kadın yürekten ağlıyorsa, ağlatan onun yüreğine ulaşmış demektir. Ama o yüreğin değerini bilememiş olacak ki ağlatan, gözünü bile kırpmadan teker teker batırır iğnelerini yüreğe. işte o zaman koca bir yumruk gelir oturur boğazına kadının. Yutkunamaz, nefes alamaz; çünkü o koca yumruk canını çok acıtır. Gözleri buğulanır kadının sonra. Ağlamayacağım der içinden. Ama engel olamaz işte. Çünkü yüreğine ulaşmıştır birileri ve iğneler saplamaktadır. Bu acıya ne kadar karşı koyabilir ki bir kadın. İnce ince süzülür yaşlar gözünden; önce birkaç damla, sonra bir yağmur seli... Ve kadın ağlar, hem de çok! Sanmayın ki gidene ağlar kadın! Gidenin giderken koparttığı yerdir onu ağlatan, orada bıraktığı yaradır. o yaranın hiç kapanmayacağını, kapansa bile izinin kalacağını bilir kadın; o yüzden ağlar. Ama bilirmisiniz ağlamak kadınları olgunlaştırır. Her damla, daha çok kadın yapar kadınları. Her damla bir derstir çünkü. Bazen kadınlar ağladığında çoğu insan, ağlama niye ağlıyorsun ki, değmez onun için derler. Bilmediklerindendir böyle demeleri. Çünkü yürekleri ağlayan kadınlar acımazlarsa, ölürler. İçlerindeki zehirdir onları öldüren! ağlayarak o zehirden kurtulur kadınlar, o irini temizlerler yaralarındaki! Çünkü bilirler, o irin temizlenmezse iltihaba dönüşür yaraları. Dönüşmemesi lazımdır oysa. O yüzden de bolca ağlarlar. Zaman geçer sonra. Kadınlar kendilerine sarılmayı öğrenirler. Umarım öğrenirler, yoksa ruhlar sapkon yollara çarpar kendini. Sapan ruhların doğru yolu bulması da yeni acılar demektir. Bunu bilir kadınlar, o yüzden eninde sonunda öğrenirler kendilerine sarılmayı... Çok ağlayan kadınlar, birçok şeyden vazgeçen kadınlardır aslında. Her damla olgunlaştırır kadınları evet ama olgunlaştıkça o safça inandıkları aşk gerçeği onların gözünde küçülür. Küçüdükçe değerini yitirir ve işte o zaman kendilerine sarılıp, yeni bir kadın yaratır kadınlar kendilerinden. Güçlü, yenilmez, mağru, aşka inanmayan... insanlar soruyorlar çoğu zaman neden bu kadar bekar kadın var diye; hepsi kariyer derdinde olan. Çünkü inançlarını yitirdi o kadınlar. Zamanında yüreklerine o kadar çok iğne saplandı ki o kadar çok ağladılar ki! Artık kendilerinden başka doğru olmadığına inanıyorlar, o yüzden kendilerine sarılıyorlar. Çünkü biliyorlar ki sarıldıkları adamlar onları hak etmedi; hemde hiç bir zaman. Ee... o zaman niye sarılsınlar ki!
YAZAN: AZİZ NESİN
Ah lady im bu güzel yazılarla bu güzel ustaları bize hatırlattıgın için teşekkürler.....
Can Dündar-Can Yücel-Aziz Nesin....Ne müthiş gözlemler ne müthiş dillendirme degilmi....
Nerde o kadınlar nerde o erkekler...Acaba hiç yoklarmıydı....
Valla bizim zamanımızda arada da olsa rastlanıyordu.Ne mutluyum ki öyle kadınlar erkekler tanıdım...
Can Yücel ustaya Aziz nesin ustaya hasretle sevgiyle rahmetler diliyorum....
ah ahhhhh insan olmak zor insan bulmak zor......
Her zaman küllerinden yeniden doğan Phoenix yani Anka kuşu gibi güçlü olacaksınız......

Bazen sokakta şurda burda yürürken ne kadar plastık suratlı ınsan var dıye gecırıyorum ıcımden.Dokunsan plastıgın ıgrenclıgınde yok olacak gıbı ınsanlar.Dogal kendı gıbı kendı olan ne erkek nede kadın yok gıbı bısey artık.Gercek hayat sanal olmus buralar sanal olsa ne yazar !!
Bu konuda o kadar cok sey var kı soylenecek...ama nıye ama kıme...
Hepimize bizi hakeden insanların rastlamasını diliyorum ki kendimize sarılıp hep yenı bır ben daha yaratmayalım..... ( zor da olsa )
Tüm üstadlarımıza sevgi ve saygılarımızla

İlkelerin olacak,
Seni satın alamayacaklar.
Aptalların uydurduğu atasözlerine inanmayacaksın.
"Paranın satın alamayacağı şey yoktur",
"Herşeyin fiyatı vardır,"
Gibi sözlere kanmayacaksın.
Onurunla,kimliğinle ve beyninle yaşayacaksın.
Üreteceksin,seveceksin,sevileceksin,inançlarının arkasında duracaksın.
Sevgilerin karşılıksız,yardımların gizli olacak.
Seni attan,ottan ayıran özelliğin farkına varacaksın.
Çünkü sen insansın,
Ve bunu yakaladığın gün,
Bembeyaz yaşayacaksın.
Müjdat Gezen
BDSM DİLİ TÜRKÇE OLSUN
HERKES KURTULSUN...

YAŞADIKLARIMDAN ÖĞRENDİĞİM BİRŞEY VAR
Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi
Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten
Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği
İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüne
Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa
Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır
Kopmaz kökler salmaktır oraya
Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını
Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin
Ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara
Bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir taş gibi dinleneceksin
İnsan bütün güzel müzikleri dinlemeli alabildiğine
Hem de tüm benliği seslerle, ezgilerle dolarcasına
İnsan balıklama dalmalı içine hayatın
Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına
Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar
Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın
Değişmemelisin hiç bir şeyle bir bardak su içmenin mutluluğunu
Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle dolmalısın
Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle
Çünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanı
Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına
Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı
Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara,göğe,bütün evrene karışırcasına
Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır
Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana
Ataol BEHRAMOĞLU
BDSM DİLİ TÜRKÇE OLSUN
HERKES KURTULSUN...
bu arada "bir kadın ağlarsa" Yılmz Erdoğan' ait ve büyük ihtimalle "erkek dediğin", "kadın dediğin" yazıları da Can Dğndar'ın değil. Söylemeden geçemeyeceğim maalesef. Adamın (Can Dündar) o kadar fake yazısı vr kş sanal ortamda. Zaten üslup da onun hiç değil....
Ama güzel yazılar.
Umarım ukalalık olarak addetmezsiniz...:((

Uyku ile kovalamaca oynadıgım gecelerden birindeyim yine, okuyup sizlerle paylaşmak istediğim bir makale...Can Dündar dan... yada ona ait oldugu yazılan bir yazı...
---------
Meksika’da İnka tapınaklarına çıkmak isteyen Avrupalı bir grup arkeolog, birkaç yerli rehberle yola koyuluyor. Dağın tepesindeki tapınaklara giden uzun yolu, kısa bir sürede yarılıyorlar. Aynı hızla tempoyla biraz daha yol aldıktan sonra, yerliler kendi aralarında konuşup birden yere oturuyor ve böylece beklemeye başlıyorlar. Tabii Avrupalı arkeologlar buna bir anlam veremiyorlar.
Saatler sonra, yerliler kendi aralarında konuşup tekrar yola koyuluyor ve sonunda tepenin üstündeki görkemli İnka tapınaklarına geliyorlar.
Arkeologlardan biri, yaşlı rehbere soruyor; “hiç anlayamadım, niye yolun ortasına oturup saatlerce yok yere bekledik? “
Yaşlı rehberin cevabı o kadar güzel ki; “çok kısa sürede çok hızlı yol aldık, ruhlarımız bizden çok uzakta kaldı. Oturup ruhlarımızın bize yetismesini bekledik...”
Niye içimiz de hep bir eksiklik duygusuyla yaşadığımızı, niye mutlu olmayı beceremediğimizi, niye kendimiz olmayı başaramadığımızı ve “niye” ile başlayan daha bir dolu sorunun cevabını açıkça veriyor İnkalar’ın yaşlı torunu.
Çünkü bu aptal hayat içinde o kadar hızla yol alıyoruz ki, ruhumuz çok arkada kaldı, hatta onu nerelerde unuttuğumuzu bile hatırlayamıyoruz. Çocuğunu kaybeden annelerin çılgınlığında bir sağa bir sola saldırıyoruz hepimiz, ama bir farkla, biz neyi aradığımızı bile bilmiyoruz... Herkes bir arayış içinde, ama hiç kimse ne aradığını bilmiyor. Sanıyoruz ki cok paramız, sürekli yükselen bir kariyerimiz, bahçeli bir evimiz, spor bir arabamız olunca biz de çok mutlu olacağız.
Hadi maddeciliği bir kenara bırakalım; niye herkes aşktan şikayetçi? Çevremiz de kaç kişinin aşk hayatı iyi gidiyor? Eminim parmakla sayılacak kadar azdır. Ve eminim hic kimse yanlışın nerede olduğunu da bulamıyordur. Ben ten uyuşması kadar ruh uyuşmasının önemine inanırım. Hatta insanların eş ruhlarının olduğuna bile inanırım. Ama ruhları olmayan bedenler birbirleriyle ne kadar uyuşabilir ki?
Evet, önce göz görür fakat ancak ruh sever. Ayrıca ruhumuz olmadan eş ruhumuzu bulmak gibi bir şansımız olmadığına da eminim... İşte bu yüzden icimiz de sürekli bir eksiklik duygusuyla yaşıyoruz hepimiz. İşte bu yüzden sürekli duvarlara çarpıp,çarpıp kendimizi kanatıyoruz ve işte bu yüzden mutluluğu bir türlü yakalayamıyoruz... Gerçekte hIz çağında yaşıyoruz. Her şey o kadar hızlı geçiyor ki, ne işe , ne arkadaşlarımıza, ne ailemize, ne çocuğumuza, ne kendimize yeterince vaktimiz kalmıyor. Akrep ve yelkovanla yarış halindeyiz. Bu yüzden bütün ilişkiler yarım yamalak, bütün sevgiler bölük pörçük. Sevmeye bile vaktimiz yok bizim. Oysa teknolojinin nimetlerinden fazlasıyla yararlanıyoruz. Ne çamaşır yıkıyoruz ne de bulaşık, çayımızı kahvemizi makineler yapıyor. İşlerimizi bir telefon, bir faksla hallediyoruz. Uçaklar bizi iki saat içinde dünyanın bir ucuna taşıyor. Hatta artık gitmeye bile gerek yok, internetle dünya elimizin altında. Ama yine de vaktimiz yok işte!
Bence doğanın kara bir laneti bu. Biz ondan uzaklaştıkça, o da bizden bütün zamanları çalıyor. Milan Kundera “yavaşlık” adlı kitabında; ”yavaşlık hep aldatır,hızlılık ise unutturur” diyor.
Telefon hızlılık mesela, konusulanları, söylenenleri unutturur. Mektupsa yavaşlık, hep vardır ve hep hatırlatır. Ben kendi adıma her zaman yavaşlıktan yanayım. Mesela uçaklardan hiç hoşlanmam, yeni bir şehre, yeni bir iklime hazırlanmaya, hatta hayal kurmaya bile vakit bırakmıyor bana ”Küt” diye başka bir hayatın içine giriveriyorum. Ve en kötüsü de dönüşler, daha ayrılığın hüznünü bile yaşamadan İstanbul’da olmak sahiden de cok tatsız. Tabii ki ruhumun beni terk edip oralarda kalması da cok normal. Oysa trenler karanlık geceyi yırtan keskin düdüğü, uykuda olanlara yolculuk düşleri gösteren kara trenler... Dağları bölen, nehirlerle yarışan, köprülerden geçen, agaçları selamlayan, cocuklara el sallayan, güne bakanlara göz süzen, geçmişin hüznünü, geleceğin umudunu yaşatan, yolcularına yepyeni dostluklar hazırlayan kara trenler var bir de.
Uçak değil, tren olmak istiyorum. Böylece ruhum benden hiç ayrılmaz. Evet freni patlamış kamyon gibi yaşamanın hiç anlamı yok. Ayağımızı gazdan yavaş yavaş çekelim ve biraz mola verip ruhumuzun da bize yetişmesini bekleyelim artık. Aceleye ne gerek var?
Hayat yalnız biz izin verdiğimiz gibi geçer. İyi ya da kötü hızlı ya da yavaş...
Her şey bizim elimizde, sevgi de, aşk da, basarı da. Ama ancak kendi ruhumuzla buluştuğumuzda...
Can DÜNDAR

Uyku ile kovalamaca oynadıgım gecelerden birindeyim yine, okuyup sizlerle paylaşmak istediğim bir makale...Can Dündar dan... yada ona ait oldugu yazılan bir yazı...
---------
RUHUNUZLA BULUŞMAK
Meksika’da İnka tapınaklarına çıkmak isteyen Avrupalı bir grup arkeolog, birkaç yerli rehberle yola koyuluyor. Dağın tepesindeki tapınaklara giden uzun yolu, kısa bir sürede yarılıyorlar. Aynı hızla tempoyla biraz daha yol aldıktan sonra, yerliler kendi aralarında konuşup birden yere oturuyor ve böylece beklemeye başlıyorlar. Tabii Avrupalı arkeologlar buna bir anlam veremiyorlar.
Saatler sonra, yerliler kendi aralarında konuşup tekrar yola koyuluyor ve sonunda tepenin üstündeki görkemli İnka tapınaklarına geliyorlar.
Arkeologlardan biri, yaşlı rehbere soruyor; “hiç anlayamadım, niye yolun ortasına oturup saatlerce yok yere bekledik? “
Yaşlı rehberin cevabı o kadar güzel ki; “çok kısa sürede çok hızlı yol aldık, ruhlarımız bizden çok uzakta kaldı. Oturup ruhlarımızın bize yetismesini bekledik...”
Niye içimiz de hep bir eksiklik duygusuyla yaşadığımızı, niye mutlu olmayı beceremediğimizi, niye kendimiz olmayı başaramadığımızı ve “niye” ile başlayan daha bir dolu sorunun cevabını açıkça veriyor İnkalar’ın yaşlı torunu.
Çünkü bu aptal hayat içinde o kadar hızla yol alıyoruz ki, ruhumuz çok arkada kaldı, hatta onu nerelerde unuttuğumuzu bile hatırlayamıyoruz. Çocuğunu kaybeden annelerin çılgınlığında bir sağa bir sola saldırıyoruz hepimiz, ama bir farkla, biz neyi aradığımızı bile bilmiyoruz... Herkes bir arayış içinde, ama hiç kimse ne aradığını bilmiyor. Sanıyoruz ki cok paramız, sürekli yükselen bir kariyerimiz, bahçeli bir evimiz, spor bir arabamız olunca biz de çok mutlu olacağız.
Hadi maddeciliği bir kenara bırakalım; niye herkes aşktan şikayetçi? Çevremiz de kaç kişinin aşk hayatı iyi gidiyor? Eminim parmakla sayılacak kadar azdır. Ve eminim hic kimse yanlışın nerede olduğunu da bulamıyordur. Ben ten uyuşması kadar ruh uyuşmasının önemine inanırım. Hatta insanların eş ruhlarının olduğuna bile inanırım. Ama ruhları olmayan bedenler birbirleriyle ne kadar uyuşabilir ki?
Evet, önce göz görür fakat ancak ruh sever. Ayrıca ruhumuz olmadan eş ruhumuzu bulmak gibi bir şansımız olmadığına da eminim... İşte bu yüzden icimiz de sürekli bir eksiklik duygusuyla yaşıyoruz hepimiz. İşte bu yüzden sürekli duvarlara çarpıp,çarpıp kendimizi kanatıyoruz ve işte bu yüzden mutluluğu bir türlü yakalayamıyoruz... Gerçekte hIz çağında yaşıyoruz. Her şey o kadar hızlı geçiyor ki, ne işe , ne arkadaşlarımıza, ne ailemize, ne çocuğumuza, ne kendimize yeterince vaktimiz kalmıyor. Akrep ve yelkovanla yarış halindeyiz. Bu yüzden bütün ilişkiler yarım yamalak, bütün sevgiler bölük pörçük. Sevmeye bile vaktimiz yok bizim. Oysa teknolojinin nimetlerinden fazlasıyla yararlanıyoruz. Ne çamaşır yıkıyoruz ne de bulaşık, çayımızı kahvemizi makineler yapıyor. İşlerimizi bir telefon, bir faksla hallediyoruz. Uçaklar bizi iki saat içinde dünyanın bir ucuna taşıyor. Hatta artık gitmeye bile gerek yok, internetle dünya elimizin altında. Ama yine de vaktimiz yok işte!
Bence doğanın kara bir laneti bu. Biz ondan uzaklaştıkça, o da bizden bütün zamanları çalıyor. Milan Kundera “yavaşlık” adlı kitabında; ”yavaşlık hep aldatır,hızlılık ise unutturur” diyor.
Telefon hızlılık mesela, konusulanları, söylenenleri unutturur. Mektupsa yavaşlık, hep vardır ve hep hatırlatır. Ben kendi adıma her zaman yavaşlıktan yanayım. Mesela uçaklardan hiç hoşlanmam, yeni bir şehre, yeni bir iklime hazırlanmaya, hatta hayal kurmaya bile vakit bırakmıyor bana ”Küt” diye başka bir hayatın içine giriveriyorum. Ve en kötüsü de dönüşler, daha ayrılığın hüznünü bile yaşamadan İstanbul’da olmak sahiden de cok tatsız. Tabii ki ruhumun beni terk edip oralarda kalması da cok normal. Oysa trenler karanlık geceyi yırtan keskin düdüğü, uykuda olanlara yolculuk düşleri gösteren kara trenler... Dağları bölen, nehirlerle yarışan, köprülerden geçen, agaçları selamlayan, cocuklara el sallayan, güne bakanlara göz süzen, geçmişin hüznünü, geleceğin umudunu yaşatan, yolcularına yepyeni dostluklar hazırlayan kara trenler var bir de.
Uçak değil, tren olmak istiyorum. Böylece ruhum benden hiç ayrılmaz. Evet freni patlamış kamyon gibi yaşamanın hiç anlamı yok. Ayağımızı gazdan yavaş yavaş çekelim ve biraz mola verip ruhumuzun da bize yetişmesini bekleyelim artık. Aceleye ne gerek var?
Hayat yalnız biz izin verdiğimiz gibi geçer. İyi ya da kötü hızlı ya da yavaş...
Her şey bizim elimizde, sevgi de, aşk da, basarı da. Ama ancak kendi ruhumuzla buluştuğumuzda...
Can DÜNDAR
- 44 Forumlar
- 5,453 Konular
- 75.2 K Gönderiler
- 0 Çevrimiçi
- 9,001 Üyeler