Doktor Master
İçindeki tutkuya daha fazla dur diyemeyen bir kadının yapabileceğini yapmıştım. O çok merak ettiğim acının Efendi’m tarafından verilemeyeceği çok açıktı. Bir Efendi’m bile yoktu. Nasıl bir itaat eksikliği nasıl bir acıydı bu? Bunun acısı bile mazoşist yapımı güdülüyordu. Artık bir yerden başlamalı , acının tadına varmalıydım. Birçok kez kendi başıma yaptığım bondage denemelerim vardı. Zaman zaman biri beni bağlıyormuşçasına canımı ciddi anlamda acıtıyordum. Hatta bunun verdiği haz beni daha da hırslandırıyordu, ne beceriksizsin itaatten korkuyorsun diye kendine ayna da defalarca kez “Aptalsın!” diyordum.
Birçok ceza yönetimde görmüştüm. Sıcak mum uygulamasını. Bazen bakarken bile:
-“Aman Tanrım!! Nasıl bir şey bu??!!” dediğim ama bakmaktan hayalini kurmaktan alamadığım bir şeydi bu. Bir akşam elektrikler gidince odayı aydınlatacak kadar mum yaktım. Kimi su üstünde yüzüyordu. Bu kokulu tealightları seviyorum. Dalga dalga suyun içinde titreşmelerini. Ruhumun acı içinde sarsılışları gibiler. Kendimi görür gibiyim ân ân..
Yanan mumlar bedenimi sarmaya başlıyor. Anlaşılan elektriklerde geç gelecek diye düşünmeye başlıyorum. Tütsülerimi arıyorum. Bulup güzel bir sandal ağacı yakıyorum. Buram buran tütüyor. Bu sefer de tütsü ruhumu sarıp sarmalıyor. Sımsıkı sarılmışım gibi hissediyorum bir ân. İrkiliyorum. Gözlerim kocaman açılıyor. Forumda birkaç başlığı okuyorum daha sonra. Belki gördüklerimden belki de içgüdülerimden cesaretle gözüm odanın bir ucunda duran ve uzunca bir süredir yanan büyük muma takılıyor. Uzunca bakıyorum. İçimden sessizce: “Emin misin??” diye soruyorum…
Bu sorunun cevabını vermeden doğruluyorum. Verirsem cayabilirim çünkü, biliyorum kendimi. Yaklaşıyorum yavaşça, sessizce.. yaklaştığımı anlamasın der gibiyim. Bekliyorum tam üstündeyim. Bütün bedenim ve bakışlarım mumun üstünde. Onun da benim üstümde nasıl duracağını hayal ediyorum. Uzatıyorum elimi, yine yavaşça. Alıyorum avuçlarımın arasına. Işığının sıcaklığı yüzüme çok yakın bir yerde. İçinde birikmiş onda erimişliğiyle ellerimin içinde duruyordu. Dökmeden yürümeye çalıştım. Yatak odamın yapısını açtım. Çekmecede duran birkaç tealight’ı elimdeki mumla tutuşturdum. Gardrobumun hemen dibindeki yere koydum onları ve ben de karşısına geçip oturdum. Aynadan ben ve arkamdaki mor duvarım yansıyordu gözlerime. Bir de mumun can alışı parlayışı tabii ki..
Söz verdim kendime. Canım ne kadar acırsa acısın durmayacaktım. İçinde biriken ne kadar erimişliği var ise bedenime değecekti. Üstümü çıkarttım ve pufun üzerine oturdum yine. Sadece gözlerimin içine bakıyordum. Bakışım bir yere kayarsa her an vazgeçebilirdim. Derin bir nefes aldım. Son nefesimmişçesine.
Bakışlarım küçülmeye başlamıştı. Bakışlarım akıyordu yanaklarımdan. Ellerim titredikçe mumlar bedenimi zaptediyordu. Canım.. canım acıyordu. Ellerim buz gibi, tenim kor gibiydi. Sızıdan tutamaz oldum mumu daha fazla kayıverdi elimden, söndü.. birkaç parçaya bölündü. Bedenim kaç parçaydı bilmiyordum bile. Mumun sıcaklığı hala vardı tenimde. Deli gibi yanıyordum. Suratımda acı bir buruşma. Mumlara bakamıyordum bile. Nasıllardı? Resimlerdeki gibi hoş duruyorlar mıydı? Sol omzumdan göğsüme, sol sırtıma, göğüs aramdan sağ bacağıma kadar uzanan bir merak hattıydı bu… ve bir pufun üstünde son bulmuştu.Bu acıyla daha fazla duramazdım bu şekilde olduğum yerde, ellerimden destekle kalktım bacaklarım titriyordu kendimi yatağına bıraktım. Olduğum yerde titriyordum sıtmalı gibi. Soğuyan birkaç mum parçası kabarıp kalkmıştı tenimden. Bazıları ise zamk gibi hiç çıkmayacakmışçasına sabitlenmiş gibiydi. Hani sızısı zamanla geçecekti geçmiyordu bazı yerler.
O acıyla biraz sızmışım.. Ne kadar uyudum bilmiyorum.. İçerdeki televizyonun sesiyle uyandım. Demek ki elektrikler gelmişti. Kasılmaktan bedenim tutulmuştu. O da karanlıktı tealighlar bitmişti. Katlım yataktan mumları dökmemek için yavaş hareket ediyordum. Yaktım ışığını odamın. Tekrar aynanın karşısına geçtim. Mumlar duruyordu. Ve o kadar yakından dökmüştüm ki tenime bazı yerler su toplamıştı. Mumlarla birleşmiş bir tenim vardı artık ve canım daha da çok yanıyordu.. artık gerçek dünyaya dönmüştüm şimdi yarın nasıl işe gidecektim ben??
Fazla mütevazilik "hiçliktir."
Yarım yamalak temizledim kalıntılarını, acısı kaldı üstümde. Sabah erken kalkacaktım yattım. Yaptığıma da biraz pişmanlık duyarak. Olan olmuştu. Sabah geçer diye düşündüm ama kalktığımda böyle olmadığını gördüm. Hafif olan o şişmeler birer içi su dolu kabarcık halini almıştı. Sırtım ve göğsüm bu şekildeydi. Sütyenimin tek askısını çıkartıp öyle giyindim. Hafif bir gömlek geçirdim üstüme. Bu serin havada üzerine şal dahi almak istemiyordum değmesin yaralarıma diye. Servise bindim ama dayanacak gibi değildi. İşe gider gitmez bir doktorla görüşecektim. Yarım saatlik yol ayrı bir eziyet oldu bana. Bu deneyimi yaşamadan önce nasıl aptal olduğumu kendime söylüyorsam şimdi de bunu diyordum. Konu Bdsm olunca hiç mi taktir edemeyecektim kendi.. hiç mi?
Servisten indim ofise çıktım. Bilgisayarımı açtım. Kendime bir doktor randevusu almam lazımdı. Çalışma programımı ve toplantıları gözden geçirip uygun bir saat ayarladım kendime. Öğlen saat 13:45 te doktorumla randevum vardı. İş deneyimleri oldukça iyi olan bir doktordu ama resmi yoktu cv’sinde. Kim olduğunu bilmediğim bir doktorla randevum vardı ve hastaneye gitmek üzere yola çıkmıştım. Randevuma 15 dakika vardı. Birkaç arkadaşımla karşılaştım sohbet ediyorduk, konuşmanın bir yerinde o acıma rağmen anlatılan bir detaya kahkaha atmıştım. O an oldukça hoş birisi ile göz göze geldim. Üzerinde açık mavi gömleği ve koyu renk kotu olan oldukça bakımlı bir erkekti. Onunla bir dakika daha aynı ortamı paylaştık. Sonra o bir doktorun odasına girdi. İçimden hayıflanmaya başladım. “Şansızım ben” diye..
Arkadaşımla sohbetim devam ederken ismim söylendi.. Randevuma çağrılıyordum. Konuşmamı kesip ses bakışlarımı çevirdiğimde mavi gömlekli üzerinde doktor önlüğüyle karşımda duruyordu. Siz mi seslendiniz der gibi soru soran bir bakışla başımı eğdim. Sola kayan gülüşü ile başını yukarı aşağı salladı. Ellerim buz kesmişti acımı da hissetmiyordum.
Odasından hafif dışarıya çıkıp eliyle geçin dedi. Yürürken odasına doğru salak görünmemeye çabalıyordum. Tam yanından geçerken derin bir nefes aldı. Sanırım parfümümü anlamak içindi. Elini uzattı , tokalaştık ve kendisini tanıttı. Oturmam için masasının karşısındaki koltuğu işaret etti. Oturdum. Derin bir nefes aldı ve :
-“Eveeet.. anlatın bakalım … Hanım size nasıl yardımcı olabilirim?”
-“Boyumdan aşağısı su topladı canım yanıyor.”
-“Ne zamandır var bu yakınmanız?”
-“Dünden beri var.”
-“Peki. Lütfen arkaya geçin ve yaranızın olduğu yeri açıkta bırakın.”
-“Tamam.” Dedim ve arkaya geçtim.
Çantamı sedyenin üzerine bıraktım. Gömleğimin sol manşetini açtım. Aynadan yüzümdeki acının şiddetine bakıyordum nasıl olsa son kez hissedecektim bu acıyım. Doktor ilaç verecek ve iyileşecektim. Gömleğimin düğmelerini açmaya başladım. O sırada onun ellerine eldiven giydiğini duydum. Utanmaya başladım yaralarımdan, kendimi bu hale düşürdüğümden. Düğmelerimi açıp sıyırdım omzumu. Sedyeye oturup :-“Hazırım ben.”dedim.
Yanıma geldi, incelemek için ışıklı büyüteci açtı. Baktı uzun uzun. Aniden :”Nasıl oldu bu?” dedi.
-“Dün sanırım biraz kaynar su ile yıkandım.”
-“Hımmm.. Oldukça sıcakmış sanırım.”
-“Oldukça..”
-“Siz bayanlar böylesiniz romantizmi seviyorsunuz. Ama küvette uyuyorsunuz. Bakın burada yaktığınız mumlardan bazı parçalar var.”
-“Nasıl yani?!!”
-“Mum diyorum. Yaktığınız mumlar. Siz uyurken yanlışlıkla dökülmüşler.”
-“….”(Ses yok benden. Utanıyorum deli gibi)
O da anlıyor bunu ve konuyu kapatıp tedaviye başlıyor. Kalan mumları temizliyor. Canım yanıyor. Bazıları o tenin içine o denli gömülmüş ki, parçayı çektiğinde içindeki su patlıyor. Elindeki steril bezle suyu durdurmak için hamlede bulunuyor. Elleri göğüs aramda bütün suyun boşalmasını bekliyor. Tepkisizim ama nefesimi kontrol edemiyorum bir türlü. Etmeye çabaladıkça elime yüzme bulaştırıyorum. Yüzüne bakamıyorum. Çok utanıyorum. Elini çekiyor tenimden.
Çok uzun bir sessizlik doktorculuk oynuyoruz. Birden:” Bunu sen mi yaptın kendine bir başkası mı?” diyor. Artık daha fazla kaçmaya gerek yok diye düşünüyorum.
-“Ben.”diye cevaplıyorum.
-“Neden yaptın peki?”
-“Bunu cevaplamak istemiyorum.”
-“Neden?”
-“Özel bir soru olduğunu düşünüyorum da ondan.”
-“Ben bilmek istiyorum desem.”
-“Lütfen!.”
-“Son kez tekrarlıyorum bunu kendine neden yaptın. Bilmek istiyorum!”
-“Zorla öğrenemeyeceğinize göre?”
-“İtaat etmek çok zor değil mi senin için? Kendi göbeği mi kendim keserim diyorsun!” diyor. Bakışlarım bir hışımla gözlerinde kesişiyor. Yanlış duymuş olabilir miydim? Yoksa gerçekten itaat mi demişti..
-“Doğru duydun küçük şey. İtaat dedim”diyor. Aklımdan geçenleri okurcasına. Yer yarılsın istiyorum. Bir daha da çıkmıyım içinden. Ama bu isteğim gerçekleşmiyor.
Konuşmaya devam ediyor. O konuştukça ben suskunluğuma devam ediyorum. Bir yandan sakince pansumanımı yaparken nasıl bu denli sakin bir şekilde bana bu konuları anlatıyordu. Buna başıma gelen neydi? Camdan dimdik dışarı bakarken bunu düşünüyordum. –“Bitti.”dedi birden.. irkildim. Eldivenlerini çöpe atıp masasına geçti. Boynum ve gerilmişti bandajdan. Tek elimle manşetimi kapattım ama düğmelerde zorlanacaktım. Aynanın karşısına geçtim. Yapamadıkça ofluyordum kendi kendime. Birden masasından kalkıp içeri geldi.
-“Zorlandın galiba, gel bakalım.”
–“Yok ben yaparım!”
–“Gel dedim” durdum ellerimi aşağıya indirip. Arkama geçti aynadan gözlerime bakıyordu. Elleri gömleğimin önünde. Aşağıdan yukarıya doğru açık kalan düğmelerimi birleştirmeye başladı. Titriyordum.. deli gibi… derin derin nefes alışı buynumda. Elleri artık göğüs hizamda. Son düğmeyi kapatacak. Üstüme değmiyor elleri. Değmesi için ölüyorum. Değse ayrı bir ölüm olacak benim için. Gözlerimi kapatmışım.
-“Bitti”demesiyle gözlerimi açıyorum.
Masasına geçiyoruz. Doktorculuk yapıyor yine. Yaramla ilgili notlar yazılıyor. Pansuman için yarın için bir kontrol veriyor. Yarın aynı saatte diyor. Reçete veriyor sızlaman olursa 12 saatte bir diyor ve kartını iliştiriyor.
-“Doktorunu aramanın belli bir saati yok bildiğin üzere”diye not düşüyor.
Geldiğimde olduğu gibi tokalaşıyoruz. Ben teşekkür ediyorum pansuman için. Bana kapıyı açıyor. Tam her şey bitti derken araladığı kapıyı açmayı kesiyor ve soruyor:
-“Bir Efendi’n var mı?”
Fazla mütevazilik "hiçliktir."
biraz daha duygu ve mm takıntı lazım bence, takıntı derken kendi hislerine mefisto
olayı anlatırken , bi yer bul ve oraya dal ve kendini anlat
türkiyenin ilk bdsm romansı olabilir üstünde çalışılırsa onun için söylüyorum
erotik hikaye olmasın diye, bi nokta bul ve aradan dal, anlarsın umarım ne demek istediğimi
İlk kez yüzüne sert bir bakışla yöneliyorum.
-“Buna cevap vermek zorunda değilim!” “Pansuman için teşekkürler.”diyip yürüyorum.
Topuklu ayakkabılarım cevapsızlığıma inat tıkırdıyor zemin üzerinde. Dik durmaya çalışıyorum. Yürürken aklımdan ne geçtiğini ben bile bilmiyorum, bir an önce uzaklaşmam lazım oradan. Arkandan bakıyor mu diye de düşünmeden edemiyorum. Dayanamıyorum bakıyorum. Ama kapıda değil. Onu göremiyorum. Kedi yavrusu gibi omuzlarım düşüveriyor. Çıkıyorum hastaneden.
O gün koşturmaca içinde geçiyor. Toplantı, raporlar vesaire. Eve giderken eczaneye uğruyorum. İlaçlarımı alıyorum. Her şeyin yaşandığı odamdayım yine. Omzum çıplak. Bandajı sökmüşüm. Yara kırmızı beyaz. Acısının rengi yok henüz zihnimde. Aklıma dün gece an an geliyor. Sıcaklığı hissemediğim o şok anları canlanıyor. Önce soğuk gelen bir dokunuş.. aslında sıcaklığın bir ısırışı, sonra sızısı. Master’lik ruhunun aslında sadece acı çektiren değil, aslında kölesine köleliğini yaşama hakkı veren yeğane bir ruh olduğunu anlamıştım. Herkesin Efendi olamayacağını anlamıştım. Okuduğum birçok yazıda Efendi’nin kölesini koruması gerektiği yazarken ben sanal Efendiliğimle kölemi bir çırpıda harcamıştım.
Pansuman ilacımı açtım. Aklıma birden bakışları geldi. Sorularını sorarken kullanıdğı imalı uslubu. Ellerim kucağıma düşüverdi. Güçsüz dermansız gibi. Salaklaşmış hissediyordum. Sanki ruhuma morfin verilmiş gibiydi. Bugün hastaneden aldığım evrakları sağlık dosyama koymak için kalktım. Kremi sürememiştim bile. Sonra yaparım dedim. Evrakları yerleştirirken kartı düştü yere, eğilip aldım. Aramak istedim ama yapamadım. Ne diyecektim yani. “Kremi nasıl sürmeliyim?” “Canımın acısı geçmedi ne yapabilirim?” “Evet cevap veriyorum bir Efendim yok!” saçmalama dedim kendi kendime. Kahve yapmak için mutfağa gittim. Salona gittiğimde. Telefonda cevapsız bir çağrı gördüm. Bilmediğim bir numara idi. Bilgisayarımı açtım. Aradan beş dakika geçti. Bir mesaj geldi.
“Pansumanını yapmayı unutma!”
cevap verip vermeyeceğime karar veremedim. Dayanamadım cevap yazdım.
“Henüz yapmadım.”
“Neden?”
“Vaktim olmadı.”
“Sağlığın bu kadar kıymetsiz mi? Canının yanması hoşuna mı gidiyor?”
“Kıymetsiz değil elbette ama bazen canımın yanması da güzel olabiliyormuş.”
“Tamam o zaman. Önce iyileş. Yarın bekliyorum sevgili hastam.”
Buna bir cevap yazmadan gidip pansumanımı yaptım. Uyumaya çalıştım. Döndüm durdum yatakta. Yarını hayal ettim. Ne derse ne derim diye düşündüm. Sonra git gide paranoyaklaştığımı düşünüp, uyumaya zorladım kendimi. Ne zaman uyudum bilmiyorum, telefonun sesiyle uyandım.
Ne giyeceğimi düşündüm yarım saat. Saçlarımı açtım. Sadece bir rimel sürdüm bir de parlatıcı dudaklarıma. Pansuman yapacak diye gömlek giydim. Bugün işe değil doktor randevuma gitmek için gidiyordum. Ofiste öğlene kadar hiçbir şeye veremedim kendimi. Randevuma bilerek geç kaldım. Bilerek.. tepkisini görmek istedim.
Randevu saatimde telefonuma mesajı geldi: “Geciktin!”
Hemşiresinin yanına gittim. Biraz işten konuştuk. “Hastası var çıksın sizi alalım” dedi. “Olur” dedim, beklemeye başladım. Kapısının açıldığını fark ettim. Kalbim duracak gibiydi. Hemen yanımdaki broşürlere sarıldım sanki ilgileniyormuşum gibi. Hastasıyla vedalaştığının farkındaydım, onun bana baktığını hissediyordum. Yürümeye başladı bana doğru. Gelme diyordum içimden. Gelme.. Ayakkabılarının ayakkabılarımın ucunda bitişi ile korkumla yüzyüze geldim. Çaresiz başımı kaldırdım.
“Geç kaldın!”diye yineledi.
“Evet, işim uzadı.”
“Evet uzun olacağı kesin”
“Anlamadım?”
“İçeri geçelim pansuman vakti.”
“Tamam.”
Hemen arka bölüme geçtik. Gece yaptığım pansumanı taktir etti.
-“Güzel yapmışsın. Demek ki öğrenmeye açık bir yapın var. Ama illaki söylenmesi mi lazım, yapman gerekenleri aklında tutamıyor musun? Yoksa sadece direktifleri mi uygularsın?”dedi.
-“Duruma göre değişir.”
-“Durumunu ben belirlemek isterim.”
-“….”
-“İnatçısın. Farkındayım. Canını acıtmak istiyorum. Efendin olmak.”
-“Burası bir işyeri farkındasınız değil mi?”
-“Doktor olmam hayat tercihlerim olmadığını göstermiyor.”
-“Elbette. Ama hastanız kalmayı tercih ederim. “
-“Hastamsın mesai süresince ya da sağlık olarak her konuda. Ama konu hayat görüşüm ise kölem olmalısın. Bunu istediğini görüyorum. Dün nefesin öyle diyordu.”
-“Yanlış anlamışsınız o zaman.”
-“Tamam o zaman bana Efendim olman fikrine sıcak bakmıyorum. İstemiyorum de. Sadece doktor-hasta olalım.”
-“Konuyu kapatabilir miyiz?”
-“(Adımı söyledi gözlerimin içine bakarak, öyle sert ki daha önce kimse böyle haykırmamıştı adımı!) kölem misin? Değil misin?” “Cevap ver çabuk”
-“Korkuyorum tamam mı? Korkuyorum!! Lütfen acıtma canımı acıtma”diye ağlamaya başlıyorum.
Saçımdan çekiyor tatlı sert salya sümük suratıma bakıyor öylece.
-“Pansumanını yapıcam. İstirahat yazıyorum bugün için. Ofise bırakıyorsun. Buraya dönüyorsun ve kapının önünde vizitimin bitmesini bekliyorsun küçük şey.”
-“Ama…”
-“Ama? Bir cümleye başlamak için ne kadar ön yargılı bir kelime bu. Sana hiç yakışmıyor küçük şey. Hadi şimdi iyileştirelim seni.”
Pansuman bitiyor. Hiç konuşmuyor artık. Giyinmeme yardım etmiyor. Ne olduğunu anlamıyorum. Nasıl bir biçimsizlik anlamsızlık içindeyim anlayamıyorum. Ben de konuşmamaya eşlik ediyorum. Giyinip masasının başında duruyorum. Oturmuyorum masaya. Raporu imzalayıp bana uzatıyor. Yüzüme bile bakmadan. Masadan kalkmayacağını düşünüp kapıya gidiyorum ve kendi kapımı kendim açıyorum. Kapıyı kapattığımda, gözlerimi de kapatıyorum. Yürümeye başlıyorum. Lavaboya koşuyorum. Midem bulanıyor kasılmaktan. Kusmaya başlıyorum. Sinirim boşalmış halde ağlamaya başlıyorum. Dışarıdan birisi sesleniyor “İyi misiniz?” diye. “Hı hı.” Demekle yetiniyorum. Kapı kapanınca kaldığım yerden ağlamam devam ediyorum.
Mesaj geliyor telefonuma:”Gecikme”diye.
Deli gibi ofise koşuyorum. Raporumu verip hastaneye dönüyorum. Beklemeye başlıyorum. Hiç kapıya çıkmıyor. Hep hastaları içeride karşılıyor. Yüzünü bile göremiyorum. Ne yaptığımı bilmeden 75 dakika kapısında bekliyorum. Yeni bir mesaj daha geliyor.
-“Otoparka git. Aracımı bul.”
İyi bulayım da plakası ne? Bunu benim bulmamı bekliyor sanırım diye düşünüyorum. Otopark görevlisine gidip, doktorun aracını soramam ya açıkça? Hemşiresine gidip ”Otoparktan anons geldi bu seninkinin aracı değil mi?” diyorum. Bana doktorun aracını söylüyor. Bingo diyip koşuyorum otoparka. Arıyorum aracı. Buluyorum da. Beklemeye başlıyorum.
Geldiğinde beni aracının başında buluyor. Hiçbir şey demiyor. Biniyor aracına.
-“Hadi bin!”diyor kapıyı açıp. “Her şeyi de söyletme”diyor.
–“Köleliğimden değil, kadınlığımdan bekledim. Kapıyı açmanız lazım fikrindeyim.”diyorum.
Gülümsüyor. Konuşarak gidiyoruz. İşlerden bahsediyoruz. Komik şeylerden konuşuyoruz. Anlamıyorum sürekli değişen yapısını. Korkarak gidiyorum. Hem de deli gibi. An an susuyorum. Başıma nelerin gelebileceğini düşünerek. Sonra araç bir bahçeli eve yaklaşıyor. Denize biraz uzak ama ucundan kıyısından görebilen bahçeli bir ev. İki katlı ve verandası var. İçerisi dağ evi tarzında döşenmiş. Yerler tahta. Duvarlar tuğlalarla örülmüş. İkinci kata çıkan merdivenler düz ve geniş.
İçki hazırlıyor. Şöminenin sıcaklığı başkadır yakalım diyor. İçerisinin soğuğu hemencecik kırılıyor. Evinin güzelliğini dile getiriyorum. Az konuşup detaylara bakıyorum. Hala oturmamışım koltuğa. Dikkatini çekiyor.
” Otur” diyor.
“Nereye” diyorum.
“Bir yere.. oturuver.” Sıcağa yakın bir seçiyorum. İçkimi getiriyor.
“Limon?” diyorum.
“Yanıma gel” diyor. Kalkmak için hamle yapıyorum.
“Dizlerinin üzerinde gelmeni istiyorum”diyor. Kala kalıyorum. Yapıp yapmamak arasında duraksıyorum. Hayır demeye öyle korkuyorum ki, başımı öne eğip dizlerimin üzerinde ilerlemeye başlıyorum.
-“Başını kaldır, gözlerime bakarak gel”diyor. Gözlerim ayna gibi parlıyor o an eminim. Ağlamamak için tutuyorum. Kollarım titriyor. Boğazımda kocaman düğüm. Kaçıp gidesim var ama koşamayacak kadar bitkinim.
Gözlerine bakarak yürüyorum. Çok yakın bir mesafedeyim ona duruyorum. Dizlerimin üzerinde yanında duruyorum. Konuşmaya başlıyor.
Beni tercih etmesinin bir dürtü olduğunu. Aslında mesleki olarak riskin farkında olduğunu. İş sebebiyle birkaç kez aynı ortamı paylaştığımızı, dikkatini çektiğimi, bu yönümün bir şekilde ortaya çıkmasının yaşanması gerekenleri sebebi olarak değerlendirdiğini, benim çok dik başlı olduğumu, böyle giderse canımın tahminimden çok yanabileceğini, eğitimim tamamladığında mükemmel ve onu hak eden bir köle olacağımı anlatıyor.
Anlamaya çalışıyorum ama bir türlü beceremiyorum. Birisi suratıma bir tokat indirmeli diye düşünürken. Düşüncem gerçek oluyor. Tokatın acısını bile hissetmeden hıçkırarak ağlamaya başlıyorum.
Ne kadar gururlusun, ne kadar fazla hem de. Ama alışacaksın. köle olmaya alışacaksın. ruhunun kadını olacaksın. Bunu sana ben öğreteceğim. Efendi’n öğretecek. Şimdi Efendi’ne itaat et..
İtaat mi? Nasıl edilir ki diye düşünüyorum.. Ne demem gerektiğini bilmediğimi anlıyor. -“İçinden gelen ne ise onu duymak istiyorum.”diyor ..
“Evet içimde bişeyler var. Dünden beri hayatımın nasıl devam ettiğini dünyanım dönüş yönünü ayırt edemiyorum. Bunun sebebi Siz misiniz bunu da bilmiyorum. İtaat edebilir miyim? Edersem ki bu nasıl yapılır bilmiyorum? Çok hata yapacağım eminim. Canımın acıması değil ama Sizi sinirlendirmekten korkuyorum. Seni Siz yapan şey ne oldu bunu bulmak istiyorum. Bulmaya çabaladıkça kayboluyorum. Sadece köleliği yaşamak için köle olunmaz derken doktorumun kölesi olmak nasıl bir kader bunu anlayamıyorum.”diyorum.
“Buraya gel bakalım. Sakinleş biraz.”diyip elleriyle saçlarımı okşuyor.
Gözlerimi yumup yumuşaklığını hissetmeye çalışıyorum. O kadar merhametle dokunuyor ki; alışmamak mümkün değil. Tam gevşediğim anda hiddetle kavrayıp saçlarımı geriye çekiyor. Gözlerim kocaman açılıyor. Gerilen boynumu ısırıyor.
“Şimdi al limonunu ve içkini iç bakalım küçük şey.”diyor ve limonu ağzıma tıkıştırıp beni yerime gönderiyor.
Fazla mütevazilik "hiçliktir."
- 44 Forumlar
- 5,453 Konular
- 75.2 K Gönderiler
- 0 Çevrimiçi
- 9,000 Üyeler