gercekten hasrika gidiyor okudukça insan sabırsızlanıyor mefisto ama tagteamdog dediği gibi hepsini birden okumak daha zevkli olucak dye düşünüyorum bende senin gibi beklemeye başladım tagteamdog
ben de sesimi kesip pdfi beklyicem o zaman walla, zaten bağımlı kişiliğim var, hepsini birden okumak istiyorum roman gibi
PDF in meraklıları çoğaldı. meph yoksa tümünü bana özelden göndersende ben de tümünü PDF yapsam da , sonra da ücreti mukabili merak edenlere iletsekte köşeyi dönsek te :D:D:D ne dersin.
Hımmm.. Masternick aklıma olmayanı sokmaya başlar gibisiniz. Nasıl olsa telif hakkı bende forumu bilmeyen daha ne Bdsm ruhlu insan vardır düşünsenize?! Dostlarımıza ücretsiz olsun ama bakalım gidişata olurda damakta kalırsa tadı bir kitapevi önerisi isterim Sizden. Hem bir danışman lazım değil mi bana sizden iyisini mi bulacağım..
Düşünüyorum da ilerleyen dönemlerde Sizi bir toplantıda tanıtırken. "Ortağım, Kadim dostum ve Sanat Danışmanım sevgili Masternick'i tanıştırmak isterim.."güzel durdu be yawww.
Not: Bu arada tagteamdogcan bende hergün en azından bir bölüm eklemeye çabalıyorum umarım aksatmadan yaparım, sizlerde okursunuz
Fazla mütevazilik "hiçliktir."
15 gün sonra...
Uzun zaman geçmişti aradan. Aramasını bekledim aramadı. Sağlığımı sormak için bile aramamıştı. Sadece anlık bir yaşanmışlık olduğunu düşünüp büyük bir pişmanlık içerisine girmiştim bile. Kendime kendi cezamı yine kendim biçmiştim. İlaçları kullanmadım. Acımın geçtiğine karar vermiştim.
İş hayatı olanca hızıyla devam ediyordu. Bdsm hakkındaki bilgilerimi gözden geçirmeliydim. Zaten ne biliyordum ki; hiçbir şey. Bunu acımasız bir şekilde zaten öğrenmiştim. Bunun bir daha yapılmasına izin vermemeye karar verdim. Boşta kaldığım her an onu düşünüyordum. Neydi şimdi bu? Bir Efendi böyle düşünülür müydü? Yoksa bu farklı bir histi ama ben ne olduğunu anlayamamış olabilir miydim? Birbirinden karışık düşünceler geçer olmuştu. Hiçbiri de bir anlam taşımıyordu.
Benim için çok önemli olan bir toplantıda sunum yapacaktım. Bütün aklımı bu işe verdim. Her şey mükemmeldi. Son kez üstümü başımı düzeltip toplantı odasına girdim. Gelen kişilerle göz kontağı çok önemlidir. Salondaki bütün dinleyicileri bir arada tutmak bazen zor olabiliyor. Bazıları vardır ki, sizi zor durumda bırakmaktan zevk alır. Bazen toplantıya katılacak dinleyicilerin listeleri gelirdi toplantıdan önce. O zaman hep kontrol ederdim listeyi, önceden tanıdığım ve problem yaşadığım biri var mıdır diye? Bu seferde aynısını yaptım. Bir aksilik görünmüyordu..
Sunum oldukça akıcı başladı. Her zaman ki gibi klasik bir sunumun dışında gülümseyebileceğimiz slaytlar ara ara ekrana geliyordu. Sırf konuşan bensem bundan zevk almıyorum. Bence katılanlarda fikir beyan etmelidir. Geçiş anlarında sormak istedikleri var mıdır?diye yoklarım. Yine aynısını yaptım. Bir dinleyicimiz soru sordu, sanırım tatmin edici bir yanıt almıştı, sorusuna devam etmedi. Farklı bir konuya geçmek üzereydim ki:
-“peki ... Hanım! Eğer hasta bu konuda karşıt bir fikirle size gelirse uslup ne olmalıdır?”diye söz aldı. Cevap vermek için sese yöneldiğimde O’nu gördüm. Soruyu o sormuştu.
Kollarını birbirine bağlamış ve bir eli şakağında, beni düşürdüğü durumu kendince değerlendiriyor ve o şapşal halimi sonuna kadar zevkini çıkarırcasına izliyordu. Bu tarz durumlarda sakinimdir hele konu işim ise. Bu ani karşılaşmaya rağmen, serinkanlı durdum . Sorusunu cevapladım. Gülümsemeye çabalıyordum ama içimi bir buz kütlesi kaplamıştı. Kanımın donduğunu hissediyordum. Yürü, gül,ellerini kullan gibi otomatik talimatlar vererek kendime durumu normalmişim gibi atlatmaya çabalıyordum.
Sonunda sunum bitti. Grup dağıldı. Dik duran omuzlarım aşağıya düştü. Toparlamak için notebookumun yanına ilerledim. Dizlerimin üzerine çöktüm. Kablolarını sökmeye başladım. Kendi kendime kısık sesimle söylenmeye başladım. Kızıyordum kendime, biraz da kaderime.
–“Ne işi var? Ne işin var burada? Ne yaptım kendi kendime? Salağım ben ,salak! Ağlıyorsun, ağlama!! Sus salak şey,sus!!”yaşlarımı silerek toparlanmamı tamamlıyorum. Kalkmak için hamle yaptığımda omzumdan itiliyorum yere. Arkamı dönüp bakmıyorum bile kim olduğunu biliyorum bana.
-“Aramadın beni inan çok taktir ettim. Farkındayım kölelik nedir haberin yok ama bu ruh var sende. Olmasa arkana döner kimim diye. Lakin yapmadın. Çok gururlusun değil mi? Ama her şeyin bir sonu var küçük şey. Gururun bedeninin acımasına neden olmaktan başka bir işe yaramayacaktır emin ol! Ruhunun acımasına hiç sözüm yok. Onu sonuna kadar harap edebilirsin. Etmelisinde. Sizin gibiler ait olduklarında ruhlarını adarlar,adamalılar da. Bundan zevk alıyorsunuz. Bizlerde sizlerin bize adanmışlıklarınızı yönetmekten. Bu bir kısır döngü. Bizim gibilerin hayatında birbirini bu denli tamamlayan başka bir durum yoktur. İşte bu yüzden senin adanmaya hazır ruhunu seviyorum. Bu saf halini. Şimdi toparlan ve eve git. İki saat sonra seni almaya geleceğim. Kapıda bekle beni.”dedi ve toplantı odasını terk etti.
Tepkisiz bir süre durdum. Sonra geç kalmamalıyım diyerek, koşarak hastaneden ayrıldım. Bir taksi çevirdim. Eve giderken sabit camdan dışarı baktım. Hiçbir şey düşünmeden. Mesaj göndermiş. Mesaja bakıyorum. “Bir gece elbisesi giy”yazmış. Arabaya bindiğimden beri ilk kez düşünmeye başlıyorum:”Ne giyinsem?”diye. taksiden iner inmez koşarak giriyorum apartmana. Merdivenleri hızlıca çıkıyorum. Kapıyı kapatıp, sırtımı dayıyorum. Göğüs kafesim deli gibi inip şişiyor. Üstümü başımı kapı önünde çıkartmaya başlıyorum. Giyeceğim elbiseyi yatağa fırlatıp, duşa giriyorum. Kurulanıyorum. Yaralarımı fondoten ile kapatmaya çalıyorum sonra bundan vazgeçip siliyorum ıslak mendille. Övünç olarak görüyorum bir an. Komutana takılmış şeref madalyası gibi.
Elbisemi giymeden makyajımı tamamlıyorum. Dudaklarıma şeffaf bir parlatıcı sürüyorum. Pembe bir allık ve rimel. Sadece olmam gerektiğini düşünüyorum. Önce saçlarımı çubuklarla tepeme topluyorum. Vazgeçiyorum. İddialı olan tek yanımın saçlarım olması gerektiğine karar veriyorum. Açıyorum kızıl saçlarımı. Elbisemi giyiyorum. Zümrüt yeşili.. kadife.. yürüdükçe belli olan baldırıma kadar uzanan derin bir yırtmacı bulunuyor. Göğüslerimin görünmediği elbisemin tek bariz açıklıktaki yeri sırtı. Beyaz tenime yakıştığını düşünüp aynada gülümsüyorum. Havaya parfümümü sıkıp zerreciklerinin tenime değişini hissetmeye çalışıyorum gözlerim kapalı. Lame ayakkabılarımı giyinmeye başlıyorum. Küçük el çantama dudak parlatıcımı ve küpelerimi koyuyorum. Saat çok yaklaşmış. Aşağıya inmeliydim artık!
Kapıyı açarken derin bir nefes çekiyorum. Zaman kazanmak için kapıyı kilitlerken yavaş davranıyorum. Merdivenlerden inmek zor geliyor o ân. Beş dakika var ama ben erken inmem gerektiğini düşünüyorum. Saat 19:00 oldu. Henüz gelmemiş. Güzel diye geçiriyorum aklımdan. Hava soğuk. Pişman oluyorum şal aldığım için. Kürküm daha hoş olabilirdi? Saat 19:30 oluyor gelen yok. Yukarı çıkıp kürkümü alma fikri gitgide ağır basıyor. 19:45 durum aynı. Artık dayanamayıp yukarı koşarak çıkıyorum. Aşağıya inmem üç dakikadan fazla zaman almıyor. Aşağıya indiğimde apartman kapısının önünde buluyorum O’nu. Diyecek bir söz var mı bilmiyorum? Bu haksızlık diyorum içimden. Hiçbir şey demiyor. Ummadığım bir şekilde elimden tutuyor. Tatlı sert sürükleyip götürüyor arabaya. Kapıyı açıyor. Biniyorum. Başım önümde. Nasıl bir şans bu benimki diyorum. Nasıl? Yerine geçerken camdan bana baktığını hissediyorum, bakışları üzerimde. Ama kızgın mı? değil mi?anlayamıyorum.
Nereye gideceğimizi bilmiyorum. Bu aksilikten sonra hiç soramazdım. Konuşmuyoruz. Bana küçük bir hediyesi olduğunu söylüyor. Teşekkürlerimi sunuyorum. Detay vermiyor, ben de sormuyorum. Ne yapacağımı bilememek sinirlerimi bozuyor. Her köle mi böyledir? Yoksa ben mi böyle salağım? İşte bunu bile bilmiyorum. Oldukça virajlı bir yolda ilerliyoruz. Bir bahçe kapısının açılmasıyla vale bizi karşılıyor. Elinde bir kutu ile arabadan iniyor ve kapımı açıp elimi tutuyor. Vale aracı götürdüğünde büyük bahçede ikimiz kalıyoruz.
-“Yaraların! Gizlememişsin onları.”
-“....”(başımla onay veriyorum)
-“Konuşabilirsin.. Ayrıca oldukça güzel görünüyorsun. Beklerken yaptıklarınla ilgili daha sonra konuşmamız lazım. Şu an uygun bir an değil. Hediyeni merak etmiyor musun?”
-“Elbette merak ediyorum. Ayrıca teşekkür ederim düşündüğünüz için.”
-“Bana ait olduğunu unutmamanı sağlayacak bir şey olsun istedim. Hepsi bu. Biraz safsın ya!”
-“Haklısınız.”
Hediye paketini uzatıyor,açmamı bekliyor. Kırmızı güzel bir deri kutu. İçinden bir bilezik çıkıyor. Kelepçeyi andıran, modernize edilmiş sarı renkli kalın bir bilezik. Takmamı istiyor. Takıyorum bileğime. Kapanışı tıpkı bir kelepçe gibi. Tutsaklığımı ve bağlılığımı her an anımsatan bir yapısı var. Aynen beklendiği gibi. İlerliyoruz bahçede. Hava soğuk ama mevsimine göre bakımlı bir bahçe burası. Küçük kandillerle yol aydınlatılmış. Biraz ileride kırmızı bir halı görünüyor. Halının belirişi ile Efendim benden birkaç adım önde yürümeye başlıyor. Durumu anlıyorum. Sakin şekilde takip ediyorum. Ummadığım kadar garip bir kabulleniş içinde, hatta içinde bulunduğum durumdan gurur duymaya başlayarak sürece ayak uydurmaya çalıştığımı fark ediyorum. Okumayı öğrenmek gibi bir şey. Şimdi alfabe öğretiliyor bana. Hecelere geçmek için sabırsızlanıyorum.
Halı bitiyor. Metrelerce genişlikte merdivenler çıkıyor karşımıza. Sayıyorum. Yirmidört basamak.
-“Kaç basamak çıktık?”diyor.
-“Yirmidört.” Gülümsüyor.
Kapıyı elleri beyaz eldivenli bir uşak açıyor. İsmiyle karşılıyor O’nu. “Kölesi Hanımefendi’de onur verdiler.”diyor. Başımla hafif bir selam veriyorum. Şalımı alıyor omuzlarımdan. Elimdeki hediye kutumu almak istiyor. Boş kutu vermem doğrumu gibilerinde gözlerinden onay bekliyorum. Onay geliyor. Yürüyoruz granit yolda. Yerler bembeyaz. Ayakkabımdan ilginç sesler çıkıyor yürüdükçe. O bir eli cebinde bütün soyluluğuyla yürüyor.
-“İtaatkar bir kölenin bir Efendi’si vardır. Biliyorsun değil mi?
-“Evet. Biliyorum.”diyorum.
davetin verildiği odaya giriyoruz. Ben yine biraz arkasında giriyorum içeriye. Klasik müzik çalıyor. Bir kemancı ve piyanist. Kasılmış halim biraz olsun geçiyor. Birkaç kişi ile selamlaşıyor girer girmez. Garip bir hal ve tavır içindeler. Normal değiller sanki. Farklı bir zümrenin farklı ortamındayım. Çaktırmadan duruma alışma çabasındayım. Bizi karşılayan uşak biraz sonra yanıma gelip:“Sizi şöyle alayım …. Efendi’nin Kıymetlisi”diyor.
Şaşkın yüzüm dikkatini çekiyor. Acaba daha önce kaç kadınla buraya geldi. Bu cümle kaç kadın için daha söylendi diyorum. Duymaktan zevk aldığım o cümle içimi acıtıyor. Yürürken bilmediğim bir yere aklıma küpelerim geliyor. Çantamı hafif aralayıp damla şeklindeki zümrüt küpelerimi acele ile kulaklarıma geçiriyorum. İlerden müzik sesi geliyor. Yolculuk sesin geldiği kapıda sonlanıyor. İçeri girebileceğim söylenip, yalnız başıma bırakılıyorum.
Kapıyı açıyorum. İçeride onlarca kadın var. Benim gibi süslenmiş ve oldukça alımlı görünen kadınlar. Hepsinin köle olduğunu öğreniyorum birkaç dakika sonra. İçeceklerin yanına gidiyorum. Bir kadeh kırmızı şarap istiyorum. Nereye oturabileceğimi kestirmeye başlıyorum. Ürkek bakışlı bir kız gözüme çarpıyor. Hemen yanına gidiyorum ve kendimi tanıtıyorum. İsmini söylüyor. Leyla.. konuşmaya başlıyoruz. Anlıyorum ki ilk deneyim her köle için zor başlıyor ve yaptığı hiçbir şeyden emin olmadan hareket ediyor. Biraz olsun içim rahatlıyor. Safım ama salak değilmişim diye. Özel hayatımızdan bahsetmeye başlıyoruz. Fark etmeden gülüşmeye başlamışız bile. Gören kırk yıllık köle sanabilir, o denli ortamda diğerleri gibi olmuşuz. Tedirginliklerimizi paylaşıyoruz. İkimizde olduğumuz yerin neresi olduğunu bilmeden ve ilerleyen saatlerde neler olacağını bilmediğimizden bahsedip, kendimizce senaryolarımızı paylaşmaya başlıyoruz. Aradan ne kadar zaman geçtiğini anlamıyoruz ama zaman su gibi akmaya başlıyor. Bileziğimi soruyor. Nereden aldığımı. Anlatıyorum. Hediye edişini. Şanslı olduğumu, Efendisi’nin ona böyle bir değer vermediğini söylüyor. Onun için üzülüyorum, kendi adıma sevinirken. Düşünüyorum anlattıklarının başıma geldiğini, kaldıramazdım diye düşünüyorum.
Uşak kapıyı açıyor tamda sohbetin ortasında. Elimizdeki kadehleri yere bırakıp, geldiğimiz yoldan ilk geldiğimizden daha geniş bir salona gidiyoruz. Üst kata çıkıyoruz o salona gitmek için. Büyük bir yemek masası. Ortası boş bir kare masa. Bir de bizim kullanacağımız bir açık büfe alan. Yine Leyla ile birlikteyiz. Yemek güzel geçmekte sayesinde. Ama hala neden oradayız, çözmüş değilim. Yemek boyunca ayakta bekliyoruz. Ayakkabım yavaş yavaş sıkmaya başlıyor içkinin etkisiyle. Küçük bir bakışla yeteri kadar içtiğim belli ediliyor. Kadehimi hemen bırakıyorum.
Elimi kelepçeme götürüyorum. Dokununca soğukluğuna O’nun ilk dokunuşu geliyor aklıma. Gözlerimi kapatıyorum özlemiyle. Açtığımda göz göze geliyoruz. Artık kendisi için hissettiklerimi fark etmesi hoşuma gidiyor. Zaaflarımın sonuna kadar sömürülmesi farklı bir zevk verir hale geliyor. Lavaboya gitmem gerekiyor ama gidebilir miyim bilmiyorum. Soruyorum. Gidebiliyormuşum. Bu Efendilerin bir araya gelmek için düzenledikleri aylık toplantılardan biriymiş. Zevk için düzenlenen genel gecelerde ise mümkünse olma diye ek bilgi veriyorlar. Biraz tırsıyorum. Gidişim belli olmasın diye oldukça yavaş ve ayakkabımın uçlarına basarak salonu terk ediyorum. Hizmetçilerden birisi bana eşlik ediyor yolda. Beni kapıda beklediğini ekliyor. Sanki kaçacağım. Neden beklesin ki beni, anlam veremiyorum. Dudak parlatıcımı tazeliyorum. Saçımı düzeltiyorum. Son olarak şöyle bakmak için dönüyorum kendi etrafımda. Kapı açılıyor birden. Duruyorum aniden. Kapıdan içeriye içimi titreten giriveriyor.
-“Ne yapıyorsun?”
-“Nasıl göründüğüme.”
-“Nasıl göründüğünü mü görmek istiyordun? Hepsi bu muydu?”
-“Evet hepsi buydu.”
-“Söyleseydin bende gösterebilirdim sana.”
-“….”(ses çıkartmıyorum)
-“Nasıl olduğunu merak etmiyor musun?”
-“Bilmem.”
-“Ben biliyorum ama..”
Yaklaşıyor. Aynadan bakıyor gözlerime. Güzel göründüğümü, güzel koktuğumu, herkesin beni sorduğunu, bundan mutluluk duyduğunu, tam anlamıyla seçimi olmasam da bir şekilde karşılaştığımızda aldığı kararda haklı olduğunu görmekten haz aldığını söylüyor. Sessizce dinliyorum. Cebindeki ellerini çıkartıyor. O kadar yakınımdaki her soluyuşumda kokusunu içime çekiyorum. Başımı döndüren içtiğim içki mi yoksa O’nun varlığımı o an hissedemiyorum. Gözlerimi kapamamı istiyor, içeride yemek odasında yaptığım gibi. Kapatıyorum. İrkiliyorum temasıyla.
-“şşşşşş…açma.”diyor sessizce kulağıma. Elimdeki çantama sıkı sıkı yapışıyorum. Çıplak sırtımı sıyırıyor nefesi. Eğiliyor. Ellerini elbisemin altına sokup iç çamaşırımı yana sıyırıyor. Elimdeki çantamı alıyor.
-“Elbiseni ellerinle kalçana kadar sıyır.”diye buyuruyor. Her zaman ki gibi o halimi izliyor.
-“Beni kapıda bekleyişini gördüm. Ama her şeyi düşünmeliydin. Geç gelebileceğimi. Planın iptal olup sana haber vermeyebileceğimi. Sabaha kadar da bekleyebilirsin. Bunu sen düşüneceksin ben değil.”diyor. O zaman anlıyorum aslında bunun bilinçli bir gecikme planı olduğunu. Saygım ve sabrım ölçülmüştü. Saygıdan geçmiş ama sabırdan yarım not almıştım. Kafamı kullanmayı öğrenmem gerekiyordu.
O sırada kapı açıldı. Sert bir sesle :”Kapat kapıyı sefil şey!!”diyor. Şaşırıyorum. Daha önce böyle bir cümle bana hiç sarf edilmemişti, ilk kez duyuyordum. Leyla’nın anlattıkları geliyor aklıma. Şanslı olduğuma kanaat getiriyorum. Elbisemi tutmayı bırakıp gözlerim kapalı kendisine dönmemi istiyor. Dönüyorum…
-“Aç gözlerini.”diyor. Açıyorum…
-“Şimdi elinle yırtmacını yana sıyır ve Efendi’ni mutlu et.”
Elimle elbisemi yırtmacından sıyırıyorum. Kalçalarımın altına alıp sıyırdığım kısmı lavaboya oturuyorum. Bacaklarımı aralıyorum. Gözlerinin içine bakarken ilk kez bu denli aitim O’na. İlk kez yaptıklarımdan utanmadığımı anlıyorum. Sanırım O’da farkında ve daha da haz alır gibi. Yanıma gelip yüzümü okşuyor parmaklarıyla. Baş parmaklarıyla dudaklarıma istediği şekli veriyor. Bir şeyler diyor. Dudakları dudaklarıma o kadar yakın ki, öper diye, değer dudaklarıma diye düşünüyorum ama temas ettirmiyor. Öpmek istiyorum ama korkuyorum, yapamıyorum.
Yanaşıyor iyice. Tenime, ruhuma, duygularıma. Büyük merdaneli bir makinada oradan oraya hoyratça fırlatılan bez parçası gibi hırpalıyor beni. Her dokunuşu tenimi kanamasına sebep oluyor. Gözlerini ayırmıyor, gözümden. Ruhum onla yaşananları daha önce hiç yaşamamışlığın verdiği acemilikle çalkalanıyor. İlk defa içimde hissederek:
-”Efendiimm!!”diyorum. O anda tahminimden de yakın oluyoruz. Artık yerimin neresi olduğunu biliyorum ve itaatkar ruhumu Efendi’me sunmaya hazır kıymetlisi olarak yeni yaşamıma başlıyorum.
Fazla mütevazilik "hiçliktir."
6 Gün sonra…
Alışıyorum artık ara ara kayboluşlarına. Bazen yokluğu çok derin bazen varlığı fark edilmez oluyor. Beni arayıp sormaması sanırım biraz kinlenmeme sebebim oluveriyor. İşin içine güdülerden çok duyguların karıştığı belli benim açımdan. Hayatımdaki birçok eksiliğin tamamlayıcısı yapıyorum kendisini. Sanırım bunun farkındalar ve zamanı geldiğinde geri çekiyorlar kendilerini. Bunu anlayabiliyorum bazen bazı hal ve tavırlardan. Üstelememeye çabalıyorum. Bdsm ile ilgili olarak her şey haz veriyor bana. Ara sıra düzenlenen toplantılara katılmak gibi. Katıldığım bu toplantılarda ait olduğum yerde hissediyorum kendimi. Hep varmışım gibi. Her zamana yaşadığım bir şeymiş gibi geliyor.
Kendisinin de gelmesini çok istiyorum. Ama arayıp sormuyor ki; nasıl haber verebilirim bir toplantı olduğunu, kendisinin de gelmesini istediğimi. Sonuç olarak onunla gitmem daha bir anlamlı benim için. Herkes birlikte olduğu kişi ile gidiyor. Bunu kendim için bir gurur görürken yanımda olmaması eksik yanım gibi geliyor. Dayanamıyorum bir mesaj atıyorum.”Müsaitseniz bir konu hakkında görüşmemiz lazım.”diyorum.
İki saat sonra arıyor beni. Durumu iletiyorum ve kendisinden eğer isterler ise bana eşlik etmelerini, bundan mutluluk duyacağımı belirtiyorum. Beni anladıklarını, gelmeyi istediklerini ama söz veremeyeceğini belirtiyor. Biraz ümit biraz buruklukla telefonu kapatıyorum. Her şeye hazırlıklı olmak adına sanki o gelecekmişçesine hazırlanıyorum. Özen gösteriyorum her bir detaya. Saçlarımı onun beğendiği gibi dümdüz yapıp tepemde topluyorum. Genç kızlar gibi. Dar kot eteğimi giyiyorum. Az makyajımla hazırım. Tek başıma Avrupa Yakası’na geçiyorum. Hava güzel gibi. Walkmanım kulağımda bir otobüse biniyorum. Yol kalabalık değil, hayret ediyorum. Kolayca Taksim’e varıyorum. Beyoğlu kalabalık ama. Önüne gelen buraya gelmiş gibi. Yürümek çok zor benim gibi zamanında yetişmek isteyenler için. Zıgzaglar çizerek koşar adımlarla ilerliyorum. Belki gelmiştir, yeri tarif etmiştim, bir sürpriz yapabilir diye telaşlıyım. Sonunda buluşma yerine varıyorum. Arkadaşlar orada. O yok. Moralimi bozmamaya çalışıyorum. Eğlenmeye bakıyorum. Ama olmuyor.
Kendisine mesaj gönderiyorum, toplantı yerine vardığımı belirten. Bir yanıt alamıyorum. Hemen hemen herkes geliyor yavaşça yemekler servis ediliyor. Eğlence başlıyor. Bir ara eğlenceye bulanıyorum. Unutur muyum hiç hala aklımda. Gelecek mi diye? Beni hiç merak etmiyor mu diye? Köle milleti böyle önemsenmek, merak edilmek istiyor. Bir de kadınsa iş daha da vahimleşiyor. Gece ilerliyor. Ben bazı bazı mesajlar gönderiyorum. O anda ne yaptığımıza, kendisini ne kadar çok özlediğime dair. Ama yine bir ses seda yok kendisinden.
Sesini duymam gerekiyor ân ân. Telefona sarılıyorum. “Lütfen gelin.”diyorum. gelemeyeceğini söylüyor. Gelmeyi isteyeceğini ama planların aksadığını belirtiyor. Nasıl yani? İstiyorsun ama gelmiyorsun. O zaman daha da üzülüyorum, istediği halde gelemeyecek olmasına. Artık ümit etmekte çaresiz kalıyor, gece zehir olmaya başlıyor bir anda. Suratım asık masaya dönüyorum.
Merak değiştirmeye karar veriyorum. Saat bir’e yaklaşmış. Kalkıyoruz. Güzel bir mekana gidiyoruz. Uzun bir merdivenden bir kat aşağıya iniyoruz. Etraf karanlık ama geniş. Müzik oldukça sesli. Hafif rahatsızlık hissediyorum. Keyfim olmadığı her halimden belli. Kopmuş gibiyim bir yerden sonra. Dayanamayıp telefonumu elimde tutuyorum, ararsa duymalıyım diye. Arayan yok elbette. Nerede olduğumuzu ne yaptığımızı belirten yeni bir mesaj gönderiyorum. Samimi birkaç dostum takılıyorlar, dansa kaldırmaya çalışıyorlar. Biraz biraz eşlik ediyorum. Ama olmuyor. Sıkıntı basıyor.
Aradan 1-1,5 saat geçiyor. Kırmamın mümkün olmayacak kişi dansa davet ediyor. Artık tamam buraya kadar diyerek dansa başlıyoruz. Oldukça zevk alıyorum. Hafif kayışımı kopartmış gibiyim. Biraz sexi bir dans. Hoşuma gidiyor. İlk baştaki çekingenliğimde kalmıyor gibi. Dans bitince yerime geçmek için yürüyorum. Girişte onu görüyorum. Alkışlıyor. Bu bir tebrik mi tenkit mi anlayamıyorum. Sinirlerim boşalıyor. Gözlerim hafif sulanıyor. Ona doğru yürümeye başlıyorum. Güzel göründüğümüzü söylüyor. Mesajlarla yaptığım şeyin pek uymadığını ama bunun bir ısrar olabileceğini düşündüğünü söylüyor ve yanıt bekliyor. Durumu anlatıyorum. Tepki vermiyor. Elimden tutuyor. Bileklerimdeki hediyesini kontrol ediyor. Emin olunca sanırım bana inanıyor.
Tatlı bir sürüklemeyle piste götürüyor. Ellerimi yukarda birleştirip havaya asıveriyor. Öylece duruyorum. Geçip boş bir masada bakıyor öylece. Ben bu ani meydana gelen bakışlarda hep kendimi suçlu hissediyorum. Elimde olmadan ağlamaya başlıyorum. Süzülen yaşlar oluyor tepkisiz akıyorlar. Bundan zevk aldığını biliyorum. Artık herkes onu görüyor. İstediğim bu değil miydi? Düşündüğüm gibi olmada istediğim olmuştu. İçkisini bitirip geliyor yanıma. Dokunmaya başlıyor ama erotik bir halde değil. Varlığım burada dercesine. Tenime ansızın dokunan bir buz kütlesi gibi canımı yakıyor. Ellerimin havada ve parmak uçlarım somsoğuk. Sebebinin korku olup olmadığını soruyor.
Kulağıma:”Eşyalarını al.”diyor. Özür dileyip arkadaşlarımın yanından apansız ayrılmak zorunda kalıyorum. Arkasından ilerliyorum. Arabasına biniyoruz. Konuşmaya asla cesaretim yok. İlk iletişimin kendisinden gelmesini bekliyorum. Boşuna bir bekleyiş oluyor. Arabadan inene kadar hiç ses çıkmıyor. Nefesimi bile idareli ve sessiz almaya çalışıyorum. Büyük toplantının yapıldığı yola benzetiyorum gittiğimiz yolu. Yanılmamışım oraya gidiyormuşuz. Araçtan iniyoruz. Yürüyoruz. Merdivenler bitiyor. Zili çalıyoruz. Birkaç dakika kapının açılışını bekliyoruz. Kahya açıyor kapıyı.
-“Efendi …. . Umarım bir sorun yok. Hoş geldiniz. Lütfen buyurunuz.”
-“Anahtarım lütfen.”
-“Elbette buyursunlar. Bir emriniz var mı?”
-“Rahatsız etmeyin yeterli.”
-“Emredersiniz Efendi …. . İyi geceler dilerim. Siz de Efendi …. Kıymetlisi. Size de iyi geceler.”
-“Teşekkürler.”diyorum.
Biz önden yürümeye başlıyoruz. Anahtarım dediğine göre kendisine ait bir odası vardı burada. Burada kalacaktık bu gece. Neden?diye düşünmeye başlıyorum. Odanın kapısı açılıyor. Lambalar açıldığında bile loş olan bir oda. Gül kurusu ve altın renginin ağır bastığı bir oda. Üstümdeki kıyafetlerle odaya yakışmadığım kesin. Oldukça modern kalıyorum. Gerçi onunda üzerinde günlük bir giysi var ama ben kendimi garip hissediyorum. Zamanın bana sunduğu bir sonraki adımın ne olduğunu bilmeden yaşamak durumunda olmak çok defasında beni tedirgin ediyor. Konuşmaması bir şeyleri yanlış yaptığımı düşünememe neden olmakta.
Ben odanın ortasında sadece onun olduğu yöne bakmak dışında bir şey yapmadan duruyorum. Bazen o tur atıyor yavaşça adımlarla. Sayıyorum adımlarını. Bir, iki , iç.. olurda sorarsa taktirini kazanmak için ama muhatap olmuyor benimle. Odanın uç kısmında cam kenarında bir berjer var. O mahzendekiler gibi uzunda sırtı olan acı kahve tonunda deri bir berjer. Ona oturuyor usulca. Elinde purosu. Sakinlikle dudaklarına götürüp tüketiyor. Hayranlıkla bakıyorum ince bileklerinin deri kollarlar narince duruşuna. Purosunun ucunda küllerin oluşması zaman alıyor. Düşeceğini görüyorum. Fırlayıp müdahale etmeli miyim? Emir almadan bir hareket yapmamalı mıyım?diye düşünüp muhakeme yapıyorum kendimce. Bir kölenin asli görevinin Efendi’sine koşulsuz bir bağlılık duyması ve O’nun iyiliğini daim kılmak olması gerektiğine kara veriyorum. Gövdesinden yarı ayrılmış olan küller yarı yolunu almışken ellerimle kavuşmalarını sağlıyorum. Başım önümde yüzüne bakmadan dizlerim yerlerinde temasta olan Efendi’min yanında öylece duruyorum. Yanında durmaya hakkım yokmuş gibi geliyor. Dizlerim üzerinde geri geri gitmeye başlıyorum. Ama müdahale ediliyor.
-“Burada dur! Yanımda..”diyorlar. Ben de duruyorum.
Ne kadar vakit geçiyor bu şekilde bilemiyorum. Hafif bir hışırtı hissediyorum. Dikkat kesiliyorum ama yerimden kıpırdamıyorum. Kapının önüne gitmem gerektiği söyleniyor. Kapıya yöneliyorum. Kapının altında bir zarf görüyorum. Uzanıp alıyorum.
-“Bir zarf var.”diyorum.
-“Aç bakalım.”
-“Açtım.”
-“Oku.Ne yazıyor.”
-“Efendi …. İkramlarınız hazır. Kapının önünde Siz’i bekliyorlar.”
-“Güzel.İkramları al.”
Kağıdı zarfa tekrar koyup, yakındaki bir mermer sütuna bırakıyorum. Kapıyı açıyorum, servis masası üzerinde gümüş kapaklı servis tabakları, güzel kristal bir şişeye özenle dökülmüş viski ve bardak.. güzel bir meyve tabağından oluşan menüyü yatak odasının içerisine alıp, kapıyı tekrar kapatıyorum. Kendisine götürmek üzere bir bardak viski hazırlıyorum. Buz koymak istiyorum ama getirilmemiş olduğunu görüyorum.
-“İlk defa viski içeceksiniz. O yüzden tercihinizi bilemiyorum. İzin verirseniz buz getirmek isterim.”
-“Demek unutmuşlar. Git getir. Bulduğun bütün buzları getir.”
-“Hemen.”diyerek bardağı masaya bırakıp, koşarak merdivenlerden iniyorum. Mutfağı bulmaya çalışıyorum. Hepsini getirle kastının ne olabileceğini düşünüyorum. Çok mu getir demek istedi? Yoksa ne kadar buz varsa açtığın yerde hepsini mi? Bazen doğruyu bulmak için çok mantıklı düşünmemek gerekiyor. Bunu bazı deneyimlerimde anlamıştım. Bazen saçmaladığımı, şuurumu yitirdiğimi düşünüyorum. Doğru düzgün bir kadınım, neler yapıyorum diyorum. Kendimi çekmek istiyor gibi durup, sonra salıp daha da derine iniyorum. Görüp görülmezliğe gelinen bir pislik gibi bakılıyor an an suratıma. Bazen bakılmaya bile tenezzül edilmiyor. Aranmadığım, sorulmadığım zamanlar oluyor. O sürelerde ne yapılıyor. Ben düşünülüyor muyum? Anlamım , sıfatım ne oluyor? Hatta var mı yok mu bilmiyorum? Gerçekten ezilen ruh muyum? Yoksa ben izin verdikçe mi bana hükmedilebiliniyor? Yoksa böyle bir şey varmış gibi biz evcilik mi oynuyoruz? Bazen yaptıklarım bana bile mantıksız geliyor. Silkinmem kurtulmamı sağlamıyor. Zaten içimde olan ben o kadar yüzsüzüm ki; her kovuluşum çağrılmamla birlikte bir başlangıcın sebebi oluyor. Sevinsen mi üzülsem mi bilemiyorum o anlarda…
Buz bulmam lazımdı benim. Mutfağı buluyorum. Buzdolabını bulmak zaman almıyor içerisinde. Ama buzlukta buz yok! Bir deepfreez buluyorum. İçini açıyorum bir umutla. Umutlarım bir anda umutsuzluk oluyor. Çünkü demin cevabını bulamadığım gerçek güzüme tokat gibi çarpıyor. Kare tahta bir kova içerisinde onlarca küpten oluşan buzlar onları taşımam için hazır bekliyordu beni. Bunun da bir sınav olduğu belliydi. Ucu bucağı ise tamamen düşünceye kalmıştı. Sonumdan böyle anlarda endişe duyuyorum. Kaçıp gitmek elimdeyken ben bir an önce en kısa sürede onu döküp saçmadan nasıl merdivenlerden çıkaracağımı düşünüyorum. Saçmalık mı bu? Yaranabilmek mi?bilemiyorum.
Kovayı tutmak için yanlarında kulpları olmadığını fark ediyorum. Boşta kalan Kahta yerlerden kuru olan tarafları seçip kavramaya çalışıyorum. Zoru zoruna çıkıyor dolaptan. Sürükleyerek merdivenlerin ucuna kadar çekiyorum kovayı. Çabuk çıkartmak uğruna kucaklamaya çalışıyorum ama büyük bir hata oluyor bu. Birkaç tanesi düşüyor. Onları almak için kovayı bıraksam kova yuvarlanacak. Kovayı tepeye kadar çıkartmak zorundayım ama sabırla ve seri. Çıkartıyorum. Aşağıya koşup kırıntıları da dahil olmak üzere düşenlerin hepsini topluyorum. Diğerlerinin yanına kovaya koyuyorum onları da. Soluk soluğa kalmış haldeyim. Hakim olmaya çabalayarak kapıyı çalıyorum. İçeri girmeme izin veriliyor. Kovayı yerden kaldırabildiğimce yukarıya kaldırıp halıya sürtmeden servis masasının yanına getiriyorum. Her halimden zorlandığım belli. Kollarım kesiliyor ağrıdan. Koşup kapıyı kapatıyorum. Kaç tane buz istediklerini sorup, viskisinin üzerine ekliyorum.
-“Buyurun Efendim.”
-“…”
-“Yanakların elma gibi olmuşlar. Bütün kanın yüzünde toplanmış. Çıkart üzerinden şu giysilerini rahatla biraz.”
-“Emredersiniz.”
Çıkartıyorum üzerimdekileri. Sadece çamaşırlarım var. Öylece duruyorum. Gerçektende vücut ısım normalleşmeye başlıyor. Hatta zamanla üşümeye başlıyorum. Fark ediyorlar durumumu. Tamamen soyunmam emrediliyorum. Emredileni yapıyorum. Titremelerim başlıyor. Yavaş yavaş.. Soğuktan göğüslerim belirginleşiyor. Tüylerim diken diken oluveriyor. Vücudumdaki bu pürüzleri yok edemiyorum. Omuzlarım büzüşüyor. Küçülüyorum kendi içimde. Ve bakışlarında o hazzı hissediyorum üzerimde. Buna izim vermek istemiyorum. Neyin direnişindeyim, neyin dik başlılığını yapıyorum bilmiyorum ama istemiyorum onun istediğini istediğinde benden alabilen olmasını ama onsun da olamıyorum. Git gide onun oluyorum.
-“Sen sevdin bu üşüme işini. O zaman devam etmeli. Mutlu olmak senin de hakkın değil mi? Hem o kadar taşıdın, sefasını da sen sürmelisin. Hadi gir şimdi o kovanın içine, bir de öyle görelim sevincini!”diyor.
Daha içerisine girmeden donduğunu hissediyorum. Kovanın dibine ulaşmak için ayaklarımla buzları sağa sola itiyorum. İterken bile soğuğundan tenime yapışıp kalıyor. İçine girdiğimde artık görünür şekilde titremelerim başlamış oluyor. Ellerim bacaklarımın arasında, çenem titrer şekilde durmaya çalışıyorum. Acımasını bekliyorum. Acımasını. Tamam demesini bekliyorum ama bakmıyor bile bana. Artık gözümden su gibi sicimler akmaya başlıyor. İnlemeye başlıyorum artık. Vücudum uyuşuyor. Karnım içime göçmeye başlıyor kasılmaktan. Tahammülümün sonundayım ama yalvarmamaya çok niyetliyim. O ise yalvartmaya.
Ben bu denli emir almak isterken bu saçma sapan gururum niye bilemiyorum. Ne yapmaya çalıştığımdan ben bile emin değilim. Bu halim hoşuna mı gidiyor yoksa her defasında bana daha büyük bir kinle mi geri geliyor bunu da bilemiyorum. Her yumuşak başlı olmaya çalıştığım anda neden ise içimde o anda bir delirmiş ruh bütün düşünceme gem vurup diretiyor inatla, diren diye. O anlardan birisini çok zor bir halde yaşıyorum.
Artık tamamen ne yaptığımın farkında olmadığımı hissediyorum. Bir an başımı kaldırıyorum. Hareket ettiğimi fark ediyor o da bana bakıyor. O son görüntü gidip geliyor bir an belleğimde ve sonrasını hatırlamıyorum. Uyandığımda daha önce yanmadığını hatırladığım şöminenin dibinde bir yorganın üzerinde uzanmış buluyorum kendimi. Dayak yemiş gibi yer yerim tutulmuş. İnleyerek dirseklerimin üzerinde doğruluyorum. Çok duramıyorum eski halimi alıyorum. Oda da yalnız mıyım diye bütün merakım. Bir de nasıl geldim, ne oldu onun telaşındayım. Derin derin kokluyorum odanın havasını. Derin derin.. parfümünün kokusunu alıyorum havada. İçim rahatlıyor burada oluşundan. Bir rahatlama nefesi çekiyorum ciğerlerime.
-“Uyandın mı?”
-“Evet Efendim uyandım. Neler oldu?”
-“İnadından bayıldın. Zor mu geldi lütfen demek?”
-“Zor gelmedi. Ama..? Sebebini bilmiyorum..bilmiyorum.”
-“Ben biliyorum. Sen de biliyorsun bence.” Susuyorum cevap vermiyorum.
Ayak seslerini duyuyorum. Yaklaşıyor bana. Kıpırdamak istiyorum ama mümkünatı yok. Tutmuyor kollarım. Saçlarıma dokunuşuyla irkiliyorum. Buzun tenime temasındaki gibi irkiliyorum. Göğüs uçlarım sertleşiyor. Devam ediyor beni üşütmeye. Düşünüyorum. Uzun uzun. Diyip dememek konusunda çok aklım karışık. Emin değilim. Elini mememde hissediyorum. Derince bir nefes alıyorum:
-“Ben Siz’i seviyorum galiba..”
-“Biliyorum ufaklık, her şeyi biliyorum.”
Fazla mütevazilik "hiçliktir."
- 44 Forumlar
- 5,453 Konular
- 75.2 K Gönderiler
- 0 Çevrimiçi
- 9,000 Üyeler