Shop
Bildirimler
Tümünü temizle

Doktor Master

91 Gönderiler
18 Üyeler
0 Reactions
3,284 Görüntüleme
(@mephistophelique)
Gönderiler: 1475
BDSM Onursal
Konu başlatıcı
 

Merci :whkiss:

Fazla mütevazilik "hiçliktir."

 
Gönderildi : 19 Şubat 2008 21:45
 NJ
(@_nj_)
Gönderiler: 860
BDSM Felsefik
 

mephistophelique bende sizi şımartsam sonrada hikayenin devamını istesem gelir mi ki acaba? Smile

 
Gönderildi : 20 Şubat 2008 03:04
(@tagteamdog)
Gönderiler: 320
BDSM Ruhlu
 

evet erotik hikaye gibi diil iç dünyaya girmiş bu sefer çok etkileyici

 
Gönderildi : 20 Şubat 2008 15:13
LADY SADE
(@lady-sade)
Gönderiler: 2901
BDSM Ustası
 

erotık hıkayeler anlık keyf verıyor cıtır keyf yanı ama ısın ıcını yansıtan ruhunu ısın felsefesıne yaklasan yazılar cok daha etkıleyıcı.Mephın her zaman kı durusu da bunu yansıtıyor hıkayesı de kendısı gıbı .Bu konuda kesınlıkle sana katılıyorum tag cok etkıleyıcı..Hıkayeyı ozumsemek ıcın vakıt ayırıp okumaya ozen gosterıyorum ve merakla takıpteyım ...

Sınırların sınır olmaktan çıkıp gerçek oldugu an,
Ruhunun Ruhuma DİZ ÇÖKTÜGÜ ANDIR..!!

 
Gönderildi : 20 Şubat 2008 16:50
(@mephistophelique)
Gönderiler: 1475
BDSM Onursal
Konu başlatıcı
 

Bakıyoruz öylece. Konuşmuyor benimle. Yavaşça kalkıyor yanımda. Giysilerimi fırlatıyor üzerime. “Giyin” diyor.

Afallıyorum. Söylediklerime pişman oluyorum. Söylediklerim, hislerimi açıkladığım için mi diyorum kendimce. Üzerimi giyinirken o içkisini yudumluyor. Bu umursamazlık kendimi hiçmişim gibi hissetmemi sağlıyor. Nefret ediyorum birden ondan ve onu seven kendimden. Odanın kapısını kapatıpta merdivenlerin başına geldiğimde artık bir benliğim olup olmadığını anlamaya çalışıyorum. Net bir cevap veremeden kendime bahçeye varmış buluyorum kendimi. Bir an silkinip kendime geliyorum. Nasıl gideceğimi düşünüyorum eve. Taksi bulamazdım. Bir arkadaşımı çağıramazdım. Nerede olduğumu bile bilmiyordum. Bahçe kapısının küçük bölümünden geçtim. Duvarın kenarına çöktüm. Yapabilecek pek bir şey yoktu zaten. Kovulmuştum ve nerede olduğumu bilmiyordum. Soğuk canımı yaktıkça daha da nefret ediyordum ondan. Lanet okuyordum içimden. Sızmışım. Ne kadar uyuduğumu bile bilmiyorum. Hafif bir dokunuşla irkildim. Gözlerimi açtığımda uşak karşımdaydım.

-“Küçük hanım lütfen içeri buyurunuz. Ama sessiz olalım. Burası çok temkinli değil sizin gibi birisi için.”diyor. Sessizce yürüyoruz. Arka kapılardan birinden beni çatına çıkartıyor. Yarın alışveriş için şehirden marketin arabasının geleceğini ona binmem konusunda yardımcı olacağını, telefonumun sesini kapatmamı ve bu durumun aramızda kalması gerektiğini birkaç kez tekrarlıyor. Dediklerini harfiyen yapıyorum, benim yüzümden başının derde girmesini istemiyorum. Biliyorum ki yapmaması gereken bir şeyi yapmıştı ve sonu hiç beklemediği kadar ağır olabilirdi.
Sabah olduğunda gözlerimi aralıyorum. İçeri sızan çokta sıcaklık vermeyen güneş ışığından odadaki toz zerrecikleri belli oluyor. Vücudum kaşınmaya başlıyor. Burnumda… Daha fazla tutamıyorum kendimi ve hapşırmaya başlıyorum. Neyi düzgün yapabiliyorum ki? Derde sokacağım uşağım başını. Ayak sesleri duyuyorum. Saklanıyorum divanın ardına. Neyse ki yabancı değilmiş; uşakmış gelen. İçeride birkaç hizmetlinin ve marketin yardımcısının olduğunu söylemek için gelmiş. Paltomu giyip onunla aşağıya iniyorum. Marketin arabasına biniyorum ve yardımcının gelmesini bekliyorum. Arabaya gelince nerede inmek istediğimi soruyor ve yola çıkıyoruz. Eve geliyorum. Aynada kendime bakınca tecavüze uğramış bir kadın ruhundan başka bir şey göremiyorum. Duşun altına girip deli gibi derimi sabunluyorum. Belki anıları alır da götürür temennisiyle lakin bu bir saçmalık, çünkü hafızadakiler tenime deyen suya karışıp gidecek kadar basit değiller. İlkler hep böyle eşsiz bir o kadar da acı oluyor neden ise. İşe gitmeyeceğimi haber vermek için kısa bir telefon görüşmesi yapıyorum. Ve bütün telefonları kapatıp yatağıma yatıyorum. Durmak bilmeyen bir titreme hapis oluyor bedenime. Kendime yorgana sarılıyorum daha çabuk ısınmak için. Ne kadar uyuyorum bilmiyorum kapının zili çalıyor. O dur belki diye parmak ucumda yürüyorum. Delikten gizlice bakıyorum. Oymuş gerçekten de gelen. Birden başını kaldırıp deliğe bakıyor. Hemen çekiyorum kendimi görmesin diye. Derin bir nefes aldığını duyuyorum. Sanki kokunu aldım, çakalım ben der gibi. Korkup yatağıma gidiyorum. En emniyetli yer orası gibi geliyor. Ne de içinde olmak istemediği tek yer orası. Benimle bir kez bile yatağında, yatağımda, yatağımızda birlikte olmamıştı ne de olsa. Biz diye bir şey yok ki zaten, her şey onun.. Bunu saçmaladıktan sonra anlamıştım. Ve artık istemiyor gibiydim.

Sabah başım feci halde ağrıyarak uyandım yataktan. İşyerini aradım.. Bir doktor randevusu istedim. Yıllık izne çıkmalıyım ben kötüyüm dedim. Kabul ettiler. Saat 11 de hastaneye gidecektim. Basit bir şeyler giyip taksi çağırdım. Kornayı duyunca aşağıya inmek üzere kapıyı açtım. Paspasın üzerinde küçük bir zarf ve yanında sarı bir lale. Nasıl bir senaryo ve nasıl bir fesatlık içimde varmış diye kendime kızdım. Elimde çiçek ve zarfla taksiye bindim. Okumaya başladım. Notta:”Geçmiş olsun.”yazıyordu. Nerden biliyor diye düşündüm bir an, ofisten haber almıştır dedim kendime.

Özellikle onun katında görev almayan bir doktordan randevu aldım ve kata arka kapıdan giriş yaptım. Sebebini tam bilmemekle birlikte bir süre kendisi görmek istemiyordum. Muayenemi oldum ve geldiğim gibi çıkmak için kapıya yöneldim. İsmimle bir kadın sesi bana sesleniyordu dönüp baktım. “Faturanızı unutmuşsunuz, lazım olur belki.”diyordu. Teşekkür edip, yürümeye devam ettim. Belki adım hiç söylenmese varlığımdan haberi olmazdı, ama artık benim onunla aynı havayı teneffüs ettiğimi bilen bir erkek var ve ben ondan kaçıyorum.

Otoparka doğru yürüyorum. Bir arkadaşla karşılaşıyoruz, biraz sohbet dedikodu, iyi temennilerle ayrılıyoruz birbirimizden. Eve geliyorum. Geceliğimi ve pofuduk terliklerimi giyiyorum. İlaçlarımı içmek için bir bardak su alıyorum. Önce tütsü yakayım iyi gelir diyip, ilaçları ikinci plana atıyorum. Kapı çalıyor. Dürbünden bakıyorum kimse yok. Israrla çalınıyor. Açmıyorum. Balkondan bakıyorum tanıdık birisini de göremiyorum. Tekrar kapıya dönüyorum. Baktığımda göz göze geliyoruz.

-“Aç!”diye komut veriyor. Kanım parmaklarımdan çekiliyor. Ne yapacağımı bilmiyorum. Baş kaldırışımın sonuçlarına katlanıp katlanamayacağımdan pek emin olamıyorum. Konuşup bitirmek daha iyi diye düşünüyorum. Kilidi açıyorum ve terbiyesizliğimle girmesi için aralık bırakıp salona geçiyorum. Karşılığı geç kalmıyor davranışımın.

Saçımdan tutulduğu gibi diz çöktürülüyorum. Karşı gelecek halimde yok zaten. Benim verilen değeri anlamayan salak bir müsvette olduğum yüzüme haykırılıyor. Derdimin ne olduğu sorgulanıyor. Makul bir cevap veremiyorum kendisine. Bir huzursuzluğum olduğu belli ve artık bu bir hastalık olarak hükmediyor bedenime. İlaçlarımı içmediğimi görüyor. İlaçlarımı ağzıma tıkıp gidiyor evden. Öylece kalıyorum. Normalde ağlamam lazımdı benim ama bir damla yaş düşmüyor. Öyle manasızım ki. Ne olduğunu anlamıyorum. Neydi şimdi bu. Yatağa gidiyorum. Her günüm birbirinin aynısı olup çıkıyor. Sadece uyuyorum. İçinden çıkamadığım bir depresyonun içindeyim.

Garip rüyalar görüyorum. Bazıları toz pembe güzel oluyor bazısı ise ölüm getirir gibi kasvetli. Yataktan çıkmadan bazılarına anlam yüklemeye çalışıyorum. Uyurken çalan kapı varsa da duymuyorum, duyduklarımı da açmıyorum. Telefonlarım kapalı. Kimseyi aramıyorum, buna gerek duymuyorum. İşi bıraksam mı diye düşünmeye başlıyorum. Başucumdaki çerçevede duran resmini çıkartıyorum, ilk o zaman ağlıyorum. Resmini ikiye bölüyorum. Nasıl olsa yine çıktısını alabilirim bunu bilerek bu denli cesaret sergiliyorum. Yoksa bunu göze alamam eminim. Nasıl feciyim nasıl bitkinim artık ben bile hissediyorum. 4 gün oldu bir şey yiyip içmeyeli. Yazık ediyorum resmen kendime.

Müzik açıyorum kendime..o müthiş tango por una cabeza yankılanıyor evin içinde. Yüksek sesle bütün eve hakim oluyor. Uykuya dalıyorum ama hala kulağımda melodiler dans ediyor. Gözlerimi aralıyorum. Başucumda bir serum görüyorum. Delirdiğimi düşünüyorum. Ama benim evim burası, gözümü yumarken ne varsa aynısı şimdide ama bu nerden çıktı diyorum. İçerden birkaç tıkırtı duyuyorum. Serum yolunu kapatıp kalkıyorum yataktan. Geceliğimin değişmiş olduğunu fark ediyorum. Elime başucumdaki bronz heykeli alıp sessiz adımlarla evi kolaçan ediyorum. Mutfağın lambası açık. Ocakta bir tencere kaynıyor. Başına gidiyorum. İçine bakıyorum. Bir elimde hava da heykel anlamsızca tencerede fokurdayan spagettiye bakıyorum.

-“Acıktın mı?”diyen sesle ödüm kopuyor. Döndüğümde onu görüyorum. Ben daha sormadan içeri nasıl girdiğini anlatıyor. Anahtarı bilinçli kilidin içinde kırdığını, çilingir çağırdığını, benim bunları duymayacak kadar güçsüzlükten kendimden geçtiğimi, bir hemşire arkadaşını yardımıyla kendime geldiğimi ve yarım saat içinde sofranın hazır olacağını söylüyor.

-“Sen bana ne yaptığını sanıyorsun?”sanırım benden bu soruyu beklemiyordu.

-“Sorunu cevaplayacağım ama istersen önce şu elindeki heykeli bırak. Daha sevimli görünürsün. Senden ne istiyorum? Zor bir soru. İki sorular hep böyle zor gelir bana. Aşk sevgi düşünmediğim şeyler. Aşkı da günlük yaşarım. Çağrırım gelir, sonra da gider. Sen tabiki haliyle farklı oldun. Olman da normal. Fazla kadınsın. Hislerin yapın fazla kadın. Ayrıca kabasın. Narin bir yanın var ama kabalığın onu iyi kamufle ediyor. Bu yanını seviyorum mesela. Herkese hak ettiğini vermeni. Bdsm ye gelince daha öğrenmen gereken çok şey var. Ama bilgisizliğinle bilenin bile dengesini bozabilen bir yanın var. Alışkanlıkların var. Vazgeçmiyorsun da. Garipsin kabul ediyorum. Benden ne istediğini de biliyorum. Ben de senden ne istediğimi biliyorum. Bazen alıyorum alamadığımda acısı senden daha da fazlasıyla çıkıyor. Sen sevilmek, saçların okşansın, aşk dolu yazılar yazılsın istersin ama ben bunu sana veremem ufaklık. Anladın mı?”

-“Anladım. O zaman terk et lütfen evimi.”

Afallıyor. Beklemiyor benden böyle bir çıkış. Paltosunu almak için portmantoya ilerliyor. Daha fazla kabalığa gerek yok diye düşünüp, yaptıkları için teşekkür ediyorum ve kapıya kadar uğurluyorum. Kendisine verdiğim zahmetlerden ötürü bir borcum olup olmadığını soruyorum.

-“Evet var. Bana bir sadık bir köle borcun var!”

Merkaklısına tangoyu indirebilecekleri link: http://www.01-mp3search.com/top53-por-una-cabeza.html

Fazla mütevazilik "hiçliktir."

 
Gönderildi : 10 Mart 2008 18:55
(@ishakbehar)
Gönderiler: 87
Kanıyla Üye
 

muhteşem bir öykü! çok çok güzel yazıya dökülmüş yaşananlar.

ben içinizdeki duyguyu çok yakından tanıyorum. bu insani bir duygu, kadın ya da erkek olmakla bir alakası yok. bundan biraz lady sade'a çokça da ipetisut'a bahsetmiştim, o nedenle onlar bağlantıyı hemen kuracaktır.

hep o duygunun nedenlerini (ama geçmişten ziyade şimdiki zamanı gözönünde bulundurarak) düşündüm, gerçekten ne ifade ettiğini ve anlattığını.

ama bunları geniş bir kitleyle paylaşabilmem ne yazık ki imkansız çünkü herkesin barsakları dışarı çıkarsa tek başımıza toplayamayız Smile
o duygular aslında çok önemli döngülerle ilgili.

böyle işte. tekrar tebrik ederim eser için.

 
Gönderildi : 10 Mart 2008 20:33
captivet_soul
(@captivet_soul)
Gönderiler: 144
BDSM Seven
 

ay bende okudum büyük bir heyecanla devamını bekliyoruz devam lütfen mep uzun uzun ara verme..... Her yönüyle harika bi yazım edebiyatcıları kıskandıracak tarzada... harikasın mep teşekkürler....

 
Gönderildi : 10 Mart 2008 21:24
(@tagteamdog)
Gönderiler: 320
BDSM Ruhlu
 

bence üstünde çalışılırsa çok da mümkün basılması, ille de gerçek adla basılması gerekmiyor, takma adla da basılınabilinir (böyle bi laf var mı ?)

 
Gönderildi : 10 Mart 2008 23:00
(@mephistophelique)
Gönderiler: 1475
BDSM Onursal
Konu başlatıcı
 

Eğer bir gün gerekir ise adımla sanımla ve göğsümü gere gere çıkarım ortalığa. Kitabımı da bdsmtürk.com ailesine ithaf ediyorum yazarım emin olunuz ki!

Fazla mütevazilik "hiçliktir."

 
Gönderildi : 10 Mart 2008 23:46
(@tagteamdog)
Gönderiler: 320
BDSM Ruhlu
 

helallllLLL

 
Gönderildi : 11 Mart 2008 00:05
 NJ
(@_nj_)
Gönderiler: 860
BDSM Felsefik
 

Okurken aklıma Paulo Coelho'nun o bendeki muhteşem etkisini bırakan 11 Dakika'sı geldi.Çok güzel bir anlatımı var bu hikayenin.

 
Gönderildi : 11 Mart 2008 11:05
(@painmantr)
Gönderiler: 151
BDSM Seven
 

mephisto, çok güzel yazmışsın, kutlarım.
Diyalogların çok gerçekçi, çok akıcı bir uslup kullanmışsın.
Kişileri çok güzel yaşatmış ve hisleri çok canlı dile getirmişsin.
Daha ne denebilir ki, ellerine sağlık.
Devam et, yolunu bulmuşsun sen, skın durma.

 
Gönderildi : 11 Mart 2008 14:44
(@mephistophelique)
Gönderiler: 1475
BDSM Onursal
Konu başlatıcı
 

Sırtını dönüp gidiyor. Ben asla anlayamadım onu. Hiç ummadığım kadar hassas hiç ummadığım kadar gaddar davranabiliyor bana. Ama ben bunun süreçlerini bir kez olsun kestiremedim. Diğer Efendi/köle ilişkilerinde de böyle mi oluyor. Onlar da ilk zamanlarda böyle kopmalar böyle dengesizlikler yaşıyor mu? Bazen bazı anları ben yönlendirmek istiyorum. O da fark ediyor müdahalelerimi. Bu bir terbiyesizlik mi oluyor. Terbiyesizlik ve hadsizliğimi ölçmek için mi buna izin veriyor yoksa. Sonra kendime geliyorum sorulardan sıyrılmış bir şekilde ve neden kapının önünde durduğumu soruyorum kendime. Mutfağa gidip bir kahve hazırlıyorum. Benim için hazırladığı makarnaya bakıyorum utançla. Hak ettim mi diye soruyorum. Ama cevap insafsızca olabilir diye düşünüp cayıyorum fikrimden. Kahveyi alıp salona geçiyorum. Bilgisayarda bazı konulara bakıyorum. D/s ilişkisinde ben neden başarısızım diyorum. Neden böyle asi ve bir türlü veremiyorum kendimi. Sonra anlıyorum ki bir güvensizlik var bende. Ona tamamen güvenemiyorum. Sınırsız koşulsuz veremiyorum sonsuzluğuna. Uçurumunun kenarında dururken beni itmesinden korkuyorum, düşerken çakılmamak adına bir tutunacak yer arıyorum. Belki sorun bende tamamen ama çok bilgim yok olması gerekenler konusunda o yüzden net bir ifade kullanamıyorum o ya da ben diye…

Düşünmekten vazgeçiyorum bir anda. Onu düşünmekten. Uyumayı seviyorum böyle zamanlarda. Yatağıma çekiliyorum. Genelde rüyalarıma inanıyorum onlara sığınıyorum. Bütün bir geceyi rüyalarda cevap bulmakla geçirdim. Onu gördüm, bir şeylere anlam yüklemeye çalıştım. Ama olmadı. Tamamen kadınsı bir ruhla uyandım ve bir karar ile uyandım. Hayatıma birisini sokacaktım. O da bunu görecekti.

Tatil bitti. İşe gittim. Hiçbir şey olmamış gibi. Toparlanmak lazımdı bunca dinlenmeye ama ben her zamankinden daha da sessizdim. Elimden de değişebilmek için bir istek yoktu açıkçası. Oldukça amaçsız hissediyordum kendimi. Birkaç gün böyle gidip geldim işe, eve. Küçük bir sunum vardı bir buçuk hafta sonra. Sanırım bunu da benim yapmam düşünülüyordu. Miskinliğimin üstünde olması sebebiyle yavaş yavaş hazırlanmaya başladım içimden gelmeyerek. Birkaç gün sonra durum netleşti zaten işleri hızlandırdım mecburen. Sunum günü zoraki kalktım yataktan, işe yetiştim.

Bu seferki sunumda bir aksilik, ilginç bir soru ya da içimde boranlar kopartacak bir sürpriz yaşanmadı. O gelmedi. Ben de gelmesini beklememiştim zaten. Yemek için yakınlarda küçük bir yere gittim. Siparişimi beklerken göz göze geldik biriyle. Başıyla ve nazik gülüşüyle selam verdi, bende cevabını verdim. Kahvesini alıp yanıma geldi. Sunuma katıldığını, beğendiğini, aslında böyle şeylerden haz almadığını ama bunu farklı olduğunu belirtti. Genelde ne ve kısa cevaplarla geçiştirdim kendisini. Yemeğim geldi. Keyfim olmadığından yarısını yedim bıraktım. Bir sorun olup olmadığını söyledi. Rahatsız olduğumu içimin almadığını söyledim. İzin verirsem yardımcı olmak istediğini belirtti. Tamamen bir hekim olarak görüp kabul ettim. 3 gün sonra randevulaştık. Cumartesi günü saat 11 için. Telefonlarımızı verip, ayrıldık.

Randevu gününe kadar kendisinden bir dönüş almadığım doktorumun kapısının önündeyim. Çağrılmayı bekliyorum. Kapısı açılıyor. Beni görünce büyük ve müthiş bir gülümsemeyle elimi iki elinin içine alıp tokalaşıyor. İçimi büyük bir sıcaklık kaplıyor ama bu selamlaşmayı bile onun benden tiksinerek bakan gözleriyle kıyasladığımı fark edip haksızlığımdan dolayı kendime kızıyorum. Sağdan soldan bahsediyoruz. Sonra muayeneye başlıyoruz. Ufak tefek bazı şeylerin baştan önlemini almalıyız diyip bir küre başlıyoruz. Fark ediyorum ki seviyorum bu mesleği. Kim ne derse desin.
Ellerimdeki bu ikinci deriyi seviyorum. Dokunduğum ve dokunulduğumdaki ortada görülen hazzı seviyorum. Hazda latex bir eldiven gibidir sınırlarını haddini aşarak zorlarsan hazzın anlamı gider acıdan farklı bir kılığa bürünür ve sıkar. O güzel eldivenler incecik bir iğne ucuyla paramparça olurlar. Ama onca hastalıktan uzak tutar. Amacını aşıran bizim davranışlarımız. Bütün hatalarımız ve kayıplarımız durmayı bilmemekten başka bir şey değil. Benimkiler öyle oldu en azından. Şımarık ve hayıra alışkın üslubumu seviyorum o da bana aşık ama nereye kadar? Burnumun illa ki alınıp hoyratça sürtünmesi mi lazım? Alınıp duvardan duvara ruhumun silkinmesi mi lazım? Demek ki bazen lazım…

Görüşme güzel başlayıp güzel bitiyor diye düşünmüştüm. Çıkışta birlikte bir şeyler yapmamız teklif ediliyor. Gözlerine bakıyorum. Hayır diyemiyorum bir türlü. Kabul ediyorum. Onun gibi kapıda beklememi isteyeceğini düşünüyorum, yanılıyorum. Üzerinden önlüğünü çıkartıp asistanına saatlerini kapattırıyor. Birlikte yürüyoruz. Kendisiyle olmasa da asistanıyla karşılaşıyorum onun. Selamlaşıyoruz. Yanımdakine büyük bir kin ile bakıyor. Sanki bütün yaşanmışlarımızı biliyor da şimdi onunla bir şeyler yaşamamız haksızlık olacakmış gibi dik bakışlar fırlatıyor. Başımı biraz öne eğer gibi oluyorum. Utançtan. Neden utandığımı bilmeden. Fısıldıyor yumuşak bir ses tonuyla:

-“Kolay olmayacak ama alışırlar.”

!!

Ne demek istemişti şimdi. Ne anlamıştı. Neye yanıt vermişti. Ne biliyordu onla, benle ilgili. Bir şeyleri kabullenerek mi başlatıyordu yenilerimizi.

Arabaya binip uzaklaşıyoruz. Biraz yok kat ettikten sonra duruyor.

–“Sinemaya gidelim mi?” diyor. Kabul ediyorum.

Avrupa yakasına geçiyoruz. Şu rahat koltuklu ayaklarını uzatarak film izlediğin salonlardan birindeyiz. Çok fazla kalabalıkta değil üstelik. Film başlıyor. Oldukça ilginç Fransız yapımı bir film. İlgimi çekiyor. Odaklanıp izliyorum. Arada bakışlarını hissediyorum üzerimde. Arada lavaboya gidip geliyorum. İzin isteyip o da gidiyor. Geldiğinde yanında bir bilim pastayla dönüyor. Yanıma oturur oturmaz etraf kararıyor film kaldığı yerden başlıyor. İlk dilimi bana uzatıyor. Red etmiyorum. İkinci dilimi kendisi için alıyor. Filmi izlemek için döndürüyorum başımı o üçüncü çatalı yine kendisi için alıyor. Döndüğümde. Yanağına bulaşan çikolata parçasını siliyorum elimle. Gülümsüyor. Hoşuna gidiyor sanırım. Ben çok ilgilenmeyince kendi koltuğuna uzanıyor bende kendiminkine sere serpe uzanıyorum. Filmden kopuyorum. Aklımdan onlarca şey geçiyor. Biraz yanımdaki bu adam biraz uzağımdaki o. Ne yapacağıma karar veremiyorum. Sanırım o da farkında kararsızlığımın ki, üzerime gelmemeye çabalıyor. Haksızlık ettim diyorum. Bir pişmanlık çöküyor yüreğime. Yavaşça süzülüp yanına gidiyorum.

-“Pasta kaldı mı?”diyorum.
-“Evet.”diyor gülerek.
-“Yedirsene.”
-“Seve seve.”

Yedirmeye başlıyor. Kendinden verircesine. Her verişinde içimde birşeyleri ekleyerek. Bir legonun parçaları birleşiyor her bir çatalın dudağıma değişiyle. Verilenleri alıyorum. Aklımda bir şeyler durmadan şekil , karar ve görüntü değiştiriyor. Bir ebeveynin çocuğunu besleyişi gibi saf bir yaklaşım seziyorum. Tutmakta istemiyorum artık, çağlayasım geliyor düşüncelerinde.

-“Öper misin beni.”diyiveriyorum.

Öpüyor. Gözlüğünü çıkartıyorum. Elimin içinde katlıyorum saplarını. Sarılıyorum bedenine. Küçük bir fahişe gibi davranmaya çabalıyorum. Belki de buna gerek yok öyleyimdir. Öyleysem de bunu keşfetme vaktidir diye düşünüyorum.

-“Hakkında ne düşüneceğim umurumda değil ama seviş benimle. Gidelim buradan.”diyorum. Alelacele eşyalarımızın yarısı yerde sürüklenerek ayrılıyoruz salondan. Nereye gideceğimizi düşünüyorum onunla öpüşürken ama beklemek gibi bir niyetim yok caymamak adına. Gözüme ilk çarpan otele gitmemizi istiyorum. Kabul ediyor. Eve gitmenin uzun süreceğine karar veriyoruz ikimizde. Odamıza çıkıyoruz.

Perdeleri sonuna kadar açıyorum. Bütün sahil ayaklarımızın altında. Elimi uzatıyorum ona doğru yaklaşıyor yanıma. Rahip yaka gömleğinin düğmeleri parmaklarımla dans ediyor. O ise daha çekingen. Onun bu hali daha çok çekiyor beni. Daha rahat olabiliyorum o böyle oldukça. Ücreti karşılığında hizmetini sunan küçük bir sürtüğün marifetini, bir hanımefendinin inceliğini aynı bedende ve her dokunuşta sunuyorum. Gözlerin kapatıyor genelde. Benden başkasını mı düşünüyor diye aklımdan geçiriyorum. Canını acıtmak istiyorum, boynunu ısırıp yapıyorum da bunu. Aralıyor göz kapaklarını. “Benden başkasını düşünme” diyorum. Gözleri hep açık kalıyor o andan sonra. Kendimce amacıma ulaşıyorum. Gömleğinin manşetlerini açıyorum dişlerimle. Ellerim göğüslerinde, göğüs kafesinde, kasıklarında.. sırası karışan bir bütünlükle devam ediyor süreç. Uzaması zevk verir oluyor. Daha sadece gömlekleri çıkarılmış yakışıklı bir sevgili adayı ile yanı odadayım. Senaristin dediği gibi:”İstanbul kanatlarımın altında!” haşarı bir kuş gibi hissediyorum kendimi. Isınmaya başlayan havanın da etkisiyle bulduğu ilk erkek kuşla bir yuva kurma hasretiyle saçmalar buluyorum kendimi. Ama bu yarınını düşünmeden hareket eden yanımı, basit yanımı seviyorum. Canımın acımasını, zorlanmayı, bana hayran kalınmasını sevmem gibi bir şey bu. Benim bu bedenimin kaç ruhu var, kaç karakteri var ben de bilmiyorum.

Olmak istediğine bürünmek mi ruhsal bir bunalım yoksa hislerini bastırıp normal olduğuna kendini ikna etmek mi. hislerini ilaçlara ezdirip durgun olmak mı normal olmaktır yoksa ne hissedip onu yaşıyorsan mı normalsindir. Her soruya cevap vermek zorunda mıyım? Her sorulana doğru cevabı vermek zorunda mıyım? Sadık kalmak, aldatmamak zorunda mıyım? Bacaklarımı açıp, gözlerimi kapayınca mı namuslu ve iffetli bir kadın olurum? Bir erkeğe gel beni al diyince namusuma ne olur? Adı sıfatı değişir mi? Değişirse bunun adını kim koyar? Bunları düşünmüyorum o anda. Düşündüğüm tek şey var. Bu adamı istiyorum ve alacağım. Buna kimse engel olamayacak. O bile.

Sırtımı göğüslerine yapıştırıyorum. Sırtımda hissediyorum kalp atışlarını yarım yamalak. Yavaş kriz geçireceksin diyorum. Gülümsüyorum kahpece. Ellerini alıyorum. Sarıyorum bedenime. Elbiselerimi okşa diyorum. Sadece elbiselerimi. Üstten yavaş yavaş dokunuyor. Korkar gibi. Eğiliyorum dizlerimin üzerine. O yukarıda kalıyor. Çok fazla direnemeyip o da yanıma geliyor. Başımı geriye atıp kokusunu almaya çalışıyorum. Parfümü oldukça baskın net bir ten kokusu alamıyorum. Bu rahatsız ediyor beni. Kalkıyorum. Bir anlam veremiyorum bu yarım kalışa. “Gel sevgilim”diyorum. Banyoya yöneliyoruz. Elleri ellerimde sürüklüyorum aynanın önüne. Sadece ayna yanlarındaki küçük lambaları yakıyorum. Oldukça hoş bir aydınlık oluyor. Aydınlık mumları gösteriyor bize. Onları tutuşturuyoruz,lambaları da söndürüyoruz. Romantizmi seviyor bu her halinden belli. Yaptıkları yabancı durmuyor üzerinde. Her hali yakışıyor ona. Onla olduğum anlarda o kaçtığım köle hazzımda uzaklaşıyorum. Kurtarıcı gibi geliyor bana onun varlığı. Aynadan bakıyoruz birbirimize. Gözleri ışıkta çakmak gibi parlıyor. Alev alev bir bakışı var bana. Diğer kadınlara nasıl bakıyor? Bu genel bir arzu halimidir? Herkese mi böyle? Bu kadınsı sorgularımdan bazen ben bile sıkılıyorum. Neyse ne yani. Al senin işte şimdi.. bunun tadını çıkart sen diyorum. Kaldığım yerden tekrar onun oluyorum beynimle de. Bekle diyip duşa yöneliyorum. Suyu açıyorum. Su ısındığımda onu yanıma çağırıyorum sessiz, ellerimle. Kıçım küvetin üstünde aralanmış. Sessiz ama davetkar durmuş onu bekliyorum. Geliyor. Aksi bir durumu düşünmemiştim bile. Gözlerinden ayrılmadan gözlerimi ellerimi kemerine götürüyorum, artık konuşmaz oluyoruz. Sadece dokunup bakan bir iletişim tekniğimiz vardı. Üzerinde sadece çamaşırıyla kalıyor. Erkeklerim bu hali hep komik gelmiştir bana. O anda da öyle geliyor. Duşa sokuyorum bedenini. Suyun içinde öyle yalnız ve çıplak duruyor ki. Başına düşen, ayaklarına süzülen damlalardan biri olup çıkmak istiyorum. Karşısına geçip ona benzemeye çalışıyorum. Yavaşça üzerimdekileri çıkartıyorum. Heyecanı basıyor bedenime. Üzerimde çamaşırlarımla bana uzattığı ıslak elinden tutup yanına gidiyorum. Bütün rimelimin gözümün etrafına yayıldığını, kirpiklerimin ağırlaştığını hissediyorum.

Artık dokunan değil dokunulan oluyorum. Bundan şikayetçi değilim. Bir yere kadar izin veriyorum üzerimde gezinmesine, keşfine.

-“Varlığından zevk almaya başladığım adam koru beni. Senden başkasının dokunmasına izin verme.”diyorum içimden. Duymuş gibi sarılıyorum bana. Acaba sesli mi dedim diye endişeleniyorum. Çamaşırlarımdan sular sızıyor. İçimde derin bir ateş yanıyor. Başımı yine omzuna doğru geriye atıyorum. Su bütün yapaylığı alıp götürmüş istediğim gibi.. sadece kendi kokusunu bırakmış. Tarçın ve vanilya karışımı bir ten bırakmış bana. Derin derin soluyorum kokusunu. Her soluyuşumda burnumun etrafındaki su sızıntıları da giriyor içime onunla birlikte. Beni suyla baş başa bırakıyor. Gözlerimi kapatıp ateşimi söndürmeye çalışıyorum altında. İşe yaramıyor. Elinde havluyla geliyor yanıma. Küçük bir havlu bu. Anlıyorum ki vücudumu kurulamak için değil. Elimden tutuyor çıkarmama yardımcı oluyor. Gözlerimi siliyor. Akan makyajımı. Ellerimin arasına alıyor yüzümü. Dudaklarımı okşuyor parmaklarıyla. Öpmüyor. Öpmesini bekliyorum, öpmüyor. Fark ediyorum ki, kendi vücudu da ıslak. Arkamızla nemli bir havlu ve küçük bir su birikintisi bırakıp, İstanbul’a karışıyoruz. Islak ruhumu yatağa yatırıyor. Her dokunuşunda yatağın bir milim ötesini keşfediyorum. Islak çamaşırlarımı tenimden ayırıyor. İzlerinden arta kalan yerlerin pembeliğini öpüyor. İyileştirmek ister gibi.

Onun olmak istiyorum. Her şeyden uzaklaşmış, vazgeçmiş olarak. İstanbul’a tersten bakan gözlerimle onun oluyorum. Ellerim yerde kollarım gerilmiş, ıslaklığımı yatağa geçirten sertliği ile bir başkasının sevgilisi oluyorum. Artık romantik bir adamın ucuzluğu olup devam ediyorum hayatıma.

“Hoşgeldin romantik adam hayatıma. Artık ucuz bir kadının kaliteli sevgilisi olmaya hazır mısın?”

Fazla mütevazilik "hiçliktir."

 
Gönderildi : 19 Mart 2008 13:25
(@mephistophelique)
Gönderiler: 1475
BDSM Onursal
Konu başlatıcı
 

Sızmışım.. sadece ben. Çünkü konuşmaya başladığımızda onun hiç uyumadığını öğreniyorum. Karnımız acıkmıştım. Bir şeyler sipariş ediyoruz. Oda servisi geldiğinde sevgilim duşta. Ben üzerime onun gömleğini aceleyle geçirip kapıyı aralıyorum. Çok müsait olmadığım her halimden belli kapıyı yavaşça açıyorum. Yüzümden başka yere bakmamaya çalışan bir görevliyle karşı karşıyayım. Başka isteğim olup olmadığını sorarken, o duştan çıkıyor. Kurulanmamış, sadece havluya sarılmış bedeniyle. En nefret ettiğim sahnede yardımıma yetişiyor. Bahşişini o veriyor, derin derin nefes aldığını görevliye. Kapı kapanırken asıl samimi bakışıyla karşılaşıyor gözlerim. Onun bu ucuzluğa şahit olması neden bilmiyorum hoşuma gidiyor.

Kapı kapanınca sarılıyor bana. Yadırgamadan cevap veriyorum dokunuşuna, sarılışına. İçim almıştı bütün bu olanları, hiç tiksinmemiştim. Pişmanlık nedir o anda içime hiç düşmemişti. Nerede yiyelim dedi yemeği. İstanbul’da dedim. Seviştiğimiz yere oturdum. O elinde tabağıyla yatağımızın üzerinde, bende bağdaş kurmuş üzerimde düğmelerinin çözülüp bacağımın arasına sıkıştırılmış uçlarıyla yerde çokta konuşmadan yerde yemeğimizi yedik. Huzurlu bir geceydi. Hem de çok huzurlu. Ben alışkın değilim böyle mutluluklara. Mutlaka bir şeyler boğazıma dizilmelidir. İşte buna alışkınım ben. Evi araması gerektiğini söylüyor kahvelerimizi içerken. Evli demek diyorum içimden. Sanırım bakışlarım düşüncelerimi yansıtmış olacak ki; annesini arayacağını belirtiyor. Nöbete kalacağını merak etmemesini söylüyor. Kimsesiz hissediyorum kendimi. Arayacak kimsem yok diye. Açıyorum telefonumu. Rehberi karıştırıyorum. Onca kişiden bir kişi bulamıyorum benim nerede olduğumu merak edecek. Yere bırakıyorum telefonu. Kahvemi alıp, onun görüşmesini bekliyorum. O sırada bir mesaj geliyor. Hevesle bakıyorum. Gelen bir bilgi mesajı.

“14 Mart Tıp Bayramında …. Otele davetlisiniz.”diye. Gidip gitmemeyi düşünüyorum o sırada. Banyonun kapısı açılıyor.

-“Hayatım tıp balosu varmış. Gideriz di mi?”diyor. Şaşırıyorum.

-“Bana da geldi aynı mesaj” diyorum gülümseyerek.

-“Doğru ya..” diyor. Gülüşüyoruz.

Gitmeye karar veriyoruz. Ne giyeriz diye düşünüyoruz. Mesajda bir detay yok ama kıyafet zorunluluğunu öğrenmek gerekiyordu.

–“Öğreniriz meraklanma.” cevabını alıyorum.

-“Tamam.”diyorum konu kapanıyor gibi.

Gece saat 11.. televizyonu açıyorum. Normal hayatta neler olup bitiyor diye. Kanalları geziyoruz. Çok bilindik bir sağlık kanalı ve onun katıldığı program. Kanallar arası geçişlerden farklı olarak iki saniyelik bir gecikme, birçok şeyin cevabı oluyor. Sadece bana bittiğinden emin olup olmadığımı soruyor. Bitmesini çok istediğimi ve bana yardım etmesini istiyorum. Kabul ediyor bunu. Yabancı bir müzik kanalı açılıyor , ışıklar kısılıyor ve dünyaya ait bir derdimiz yokmuş gibi dans ediyoruz. Ben seviyorum romantizmi. Yanı sıra tezatlığı da. Her şey her zaman aynı devirde olmamalı. Bunu daha çok seviyorum. Hayat çünkü tek düze oldu mu yaşadığınız çokta fazla gün yoktur. Aynı günü dejavü olarak ardı ardına yaşamanız hayatınızı sadece tüketmeye yönelik davrandığınızı gösterir benim gözümde.

Sımsıkı sarılarak dans ediyoruz. Kaçıncı şarkıdayız bilmiyorum. Kaçıncı dakikada? Bilmekte şart değil. Yarında birlikteyiz diye seviniyorum. Sabah kahvaltısı yapacağız. Geçebileceğiz diye seviniyorum. Bunlara sevinebiliyorsam işler yolunda gidiyor diye seviniyorum. Sevincimi dudaklarında müjdeliyorum. Karşılığı güzel oluyor. Öylesine birleştirilmiş birkaç düğmede çözülüyor kısacık sürede. Bilmediğim şiddette istiyorum onu. Yatağa yöneliyorum ama durduruyor beni. O ne isterse ona hazır bekliyorum. Bu sefer o çağırıyor sessizliğiyle. Çalışma masasına yapıştırıyor vücudumu. Açık gömlekten göğüslerim masaya yapıştırılıyor. Masanın soğukluğu çıkıntı olup beliriyor üzerlerinde. Elleri omuzlarımda onları okşar gibi dokunuyor. Bütün neyim varsa hepsini hafızasına alıp gibi dokunuyor. Her dokunuşuyla içimde kendi varlığının kalelerini örüyor. Sesim çıkmıyordu, hayır demiyordum. Evet romantizm güzeldi hoştu ama içimde bir ateş vardı. Onlarca saattir birlikteydik ama bitmeyen bir şey vardı. Tutmak istiyordum. Gizli kalsın. Bana kalsın. O bilmesin.

Çok gittim geldim. Çok düşündüm. Artık her şeyin cevabını bulması lazımdı. Ben böyle yaşayamam. Boşlukta kalamam.

Masadaki ellerimi kaldırdım. Parmak izlerimin buğusunun kayboluşunu gördüm. Başımı yana çevirip masaya dayadım. Ellerimi arkaya götürdüm. Kollarına çarptı. Ne yapmak istediğimi öğrenmeye o kadar meraklıydı ki izin verdi bana. Ellerimi sırtımda birleştirdim. Sol elim şimdi sağın içinde. Bileklerim yarım yamalak bir çaprazı anımsatıyor.

-“Bak bana. Neyim ben. Neyim?”diyorum.

-“Seksi görünüyorsun. Tamamen bana kendini vermiş gibisin.”

-“Evet bunu istiyorum hem de çok. Ama amacımı bilmeden istiyorum. Seni bilmeden istiyorum.”

Sabitlediğim ellerim tekrar hareket etmeye başlıyor. Tekrar masaya dokunuyorum. Biraz daha belimi eğiyorum. Kıçım daha belirgin şimdi. Gardrobun aynasından onu ve kendimi görebiliyorum. Bana bakıyor düşünerek. Gömleğin uçlarından şöyle böyle görünen kadınlığım. Teslime hazır ellerim. Seksin ve köleliğin birbirine karıştığı bu anda onunda allak bullak olduğunu yüzünden anlayabiliyorum. Bu hali ciddi anlamda hoşuma gidiyor. Ellerimi son kez masadan ayırıyorum. Terlemişler. İnce bir ses çıkararak sıyırıyorum masadan onları. Buğularını sürükleyerek. Kalçalarımın üstüne yerleştiriyorum. Gömleğin eteklerini sıyırıyorum daha da yukarıya. Ellerimin arasında buruş buruş bir kumaş birikintisiyle. Bacaklarım titriyordu.. gerginlikten ve onun o bakışlarından duyduğum hazdan. Nefes alışının hızını görüyordur. Derinleşmesini. Durmasını.. hepsini takip ediyordum. Herkesin kendi adına bir sabrı vardı. Onun içinde hal böyle oluyor bir süre sonra. Derin bir nefes çekiyor içine. Anlıyorum bir şeylerin başlama zamanı gelmiş birileri için. Oda servisi için gelen çocuk bizi düşünüyor mudur diye bir saniye belki aklımdan bunu geçiriyorum. Bana doğru bir adım atıyor. Belki uzun zaman sonra çıkan ilk cümle benden geliyor o anda:

“Döv beni!!”

Fazla mütevazilik "hiçliktir."

 
Gönderildi : 26 Mart 2008 22:56
captivet_soul
(@captivet_soul)
Gönderiler: 144
BDSM Seven
 

tek kelime yorum yok mep .... yayınevleriyle görüşmeye başla Smile

 
Gönderildi : 27 Mart 2008 00:12
Sayfa 4 / 7
Paylaş:
BDSM Türkiye

Merhaba

Hoşgeldin

Forumun Yeni Düzenine

Tüm Forumu

AÇMAK İÇİN GİRİŞ YAP

VEYA

ÜCRETSİZ KAYIT OL