Efendi'm ve ben-2
İkimiz.. Bu ne denli bir kelimeydi her şeyi tanımlamak için. O’na ait olabilmenin tanımıdır. Kafamı çevirir çevirmez göz göze geldik. Bacaklarımın titrememesi için can çekişiyordum. Yaptıklarına hakim, ağzından çıkan sözlerin anlamlı olmasına çalışan acemi bir köle ne denli başarılı olabilirdi ki Efendi’sinin karşısında. İşte ben de o denli becerikliydim. Otur derse oturmalı, kalk derse kalmalı mıydım yoksa her şeyin bir zamanı mı vardı? Nasıl olmalıydı? Her şey birbirine nasıl girerse, kavram karmaşası neyse hepsi o anaforda birbirine girmiş, önce ben , önce ben diyip duruyordu beynimin içinde.
Hiçbir şey olmamış gibi davranmak en kolayıdır diyip başladım konuşmaya. Benle yarı ilgilenir bir hali vardı. Her göz göze gelişte hafif bir gülümsemeye ben gülşenleri sunuyordum Kendilerine. Eminim ki gözlerim İstanbul’un ışıkları kadar parlaktı. Saygı duyduğum tek varlığın yanındaydım. Nihayet yanındaydım. Eşyalarımı yerleştirmeye başladım. O, şu , bu derken süre geçirmeye başladım. Hamle bekleyen bir taş gibi duruyordum manasız ve anlamsız. Odanın içindeki hareketlerimdeki serseri mayınlığa bakınca uzaktan bunu görmemek mümkün değildi. Bu açık bir şapşallık belirtisiydi. Eşyalar tamamdı. Şimdi ne yapabilirdim. Tamam üzerimi değiştireyim. Bu da en az 10 dakika kazandırır vb. şeyler yaptım. Arada sırada “Nasılsın?” “Alıştın mı?” gibi sorular alıyordum. Her birini olanca aptal sırıtmamla cevaplıyordum. Gülerek konuşmak bana has bir durumdur ama stresliysem bunun dozu artar ve yapmacık olduğu sezinlenir. Bir de o halde bunun dozunu ayarlamaya çabalıyordum ki bunu da beceremediğime eminim.
Zaman ilerlemişti. Zaman yaklaşmıştı ama ilk günden sanırım ürkütmek istemiyordu. Ben de içimde “Oh şükürler olsun ki canım çok acımayacak, sakin biri diyordum. O telefon konuşmalarımızda ip uçlarını verdiği şeyler olmayacak sanırım.”diyordum. Yatakta oturup, televizyon izlemeye başladım. Kendisi masaya oturmuş notebookta bir şeylere bakıyordu. Arkasına döndü. “Hep böyle uzak mı duracaksın?”dedi. “Yooo”dedim salak gibi. Sanki arkadaşımla konuşuyordum. İçimden “Aptalsın kızım sen aptal”dedim ama iş işten geçmişti. Yanıma geldi. Oldukça nazikti. Her şeyin böyle olmasını umut ediyordum.
“Yatağın ortasına otur”dediler. Oturdum.
Ellerimi sırtımda birleştirdi. “Böyle kal”dediler. Kaldım.
Kendisi çokça sinirlendirdiğimde “Sen buraya geldiğinde de bunları bana söyle, ama söylemene gerek yok ben vereceğimi
cezayı biliyorum”derdi. Elinde orta kalınlıkta beyaz bir iple yaklaştı. Otel canımdan Kendilerinin benim için ne planladıklarını hayal etmeye çabalıyordum. Sırtımda birleştirilen ve hazırda Kendilerini bekleyen ellerime ipi geçirmeye başladılar. “İçimden ne var ki bunda ipler can acıtmıyormuş çokta.”demiştim ki, tek bir hamlede feci bir ızdırap kanımda dolanmaya başladı. Yaptığı son ip dolmasıyla o gevşek dediğim iplerin hepsi gerili verdi. “Canım acıyor”dedim. “Ne var bunda. Sen de bunu istemiyor muydun?dediler. Sustum.
Kollarım acıyordu. Acı, sızlamaya, sızlamalarım uyuşmaya daha da sonra uzuvlarımı hissetmemeye başladım. Zaman kavramımı yitirmiş gibiydim. Acı mıydı? Haz mıydı? Hangisi daha fazlaydı? Şu an bile bunu ayırt edemiyorum.
Efendim saçmalamam için ağzıma bir halka yerleştirdi. Yanımda getirdiğim kırmızı kurdeleyle bağladı halkayı. Artık her yaptığıma laf yetiştiremiyor konuşamıyordum. Acizliğim ızdırabımla karışmış hızla artıyordu. Yanında getirdikleri mandalları acıdan hissetmediğim göğüslerime taktıklarındaysa varlıklarını tekrar hissettim. Hissettiğim an hiç sahip olmamayı istedim. Nasıl bir acıydı bu. Çıkartıp alsınlar onları benden bu kadar acıyacaklarsa! Asıl acıyı mandalların uçuna asılacak olan ağırlıklarla yaşayacaktım ve bu acıyı tatmamda çok vakit almadı. Artık yalvarıyordum bakışlarımla. Kollarımın, ağzım acıdan uyuşmuştu. Vücudum sıkıştırılmaktan acıyla sevişir şekildeydi. Ağzımdaki halkayı çıkartıp “Acıyor mu çok?”dediler. “Evet!!”dedim. “Güzel!!”dediler. Acılarım Kendilerine dokunabiliyor olmamla birlikte biraz olsun azalıkken, hazdan acıyı kaybetmiş gibiydim an. Daha da acıtsınlar istedim hatta. İlk günden çok hırpalamak istemediler sanırım ki, 2 saat gibi bir sürenin sonunda kollarım serbest, mandallar çıkartılmıştılar.
Bileklerimde iplerin olduğu yerlerse çöküntüler, iplerin sıyırdığı derilerimde oluşan kırmızı izler ve tenimin içinde ezilen dokularımın acıları. Ellerimi hafif sürdüğümde acıyan Efendi’me ait olan tenim acı çekiyordu. Böylece Kendilerinden habersiz her dokunuşumda O’na ait olan bu bende bu acı bana hep “Artık kendime ait olmadığımı, O’na ait olunduğumu” hatırlatacaktı bana.
Fazla mütevazilik "hiçliktir."
Bileklerimde iplerin olduğu yerlerse çöküntüler, iplerin sıyırdığı derilerimde oluşan kırmızı izler ve tenimin içinde ezilen dokularımın acıları. Ellerimi hafif sürdüğümde acıyan Efendi’me ait olan tenim acı çekiyordu. Böylece Kendilerinden habersiz her dokunuşumda O’na ait olan bu bende bu acı bana hep “Artık kendime ait olmadığımı, O’na ait olunduğumu” hatırlatacaktı bana.
çok güzel bunu cidden de hiç düşünmemiştim işte, çok güzel bir yazı aceleye gelmiş hissi verse de, teşekkürler
- 44 Forumlar
- 5,453 Konular
- 75.2 K Gönderiler
- 8 Çevrimiçi
- 9,004 Üyeler