internetteki falaka hikayeleri derlemesi
“Bırak” dedim, “Bugün Castro bile komünizmin artık işlemediğini itiraf ederken sen bana hala neyi savunuyorsun?” Lise son sınıftaydık, dersimiz kimsenin sallamadığı geometriydi ve biz en arka sırada Selin’la oturmuş yine komünizmi tartışıyorduk. Dev-Lis üyesiydi Selin, aileden gelme bir marxist-leninist kültürle büyümüştü. Anlattığına göre babası gençliğinde epey eylemlere karışmış, epey işkenceler görmüş bir ‘yorgun demokrat’tı. Bense onun tabiriyle ‘faşist’tim. Aslında faşist olmamakla birlikte görüşlerimin Selin’la taban tabana örtüştüğünü de kimse söyleyemezdi tabii. Uzun zamandır arkadaştık, aramızda hiçbir zaman cinsel bir gerilim olmamıştı ama ben her zaman Selin’ın ayaklarını inceden keserdim. Ortanın biraz altında bir boya sahipti. Zayıflıkla tatlı bir balık etliliğin tam ortasında olan bir vücudu harika kalçaları iri göğüsleri ve yuvarlak bir yüzü vardı. Kumraldı ve Marx’tan diyalektikten Hegel’den oldukça entelektüel ifadelerle bahsederken yayıla yayıla açılan büyük ağzına bazen bir şey tıkasım gelmiyor değildi. O şeyin ne olduğunu hepimiz biliyoruz… Her neyse ayaklarını ilk kez 1 sene önce evlerine gittiğimde görmüştüm. O okul üniformasını çıkartıp üstünü değiştirirken inceden lacivert Converse’lerini de koklama imkanı bulmuştum. Çok farklı ama çok hoş hafif bir kokuya sahipti Converse’leri. Çıplak ayakları ve giydiği taytıyla salona girince gözlerimi ayaklarından alamamıştım. Tıpkı vücudu gibi ayakları da hafif etliydi. Ama beni en büyüleyen kısmı sıralı dümdüz parmakları olmuştu. İlk kez o an acaba Selin’a hiçbir zaman sevgili gibi yaklaşmayarak hata mı ediyorum diye düşünmüştüm. Yine de tavrımı değiştirmemiş arkadaşlığımı korumuştum. Ben bunları düşünürken o Castro’nun öyle demek istemediğini anlatmaya çalışıyordu bana. Çok dinlemiyordum ama sanırım Castro daha uygulanabilir bir komünizm modeli geliştireceklerini söylemişmiş. “Sırf entelektüel görünmek için şu tatlı su solculuğunu bırak artık kızım. Şuna bak Converse giyen biri bana komünizmi savunuyor. Benim saygı duyabileceğim son komünistler 68 kuşağıyla birlikte tükendi. Kitaplarını saklamamış, hele hele hayatında işkence görmemiş biri bana komünizmi savunmasın. Baban gelse konuşsa benimle oturur dinler her türlü tartışırım ama sen hiç konuşma” dedim. “İyi” diyerek gömleğinin kolunu sıyırdı, çıplak kolunu uzattı bana. “İşkence yap bana, senin gibi bir faşist tarafından işkenceye maruz kalmak bana gurur verir” dedi. Koluna boş gözlerle baktım iyice delirmişti. “La bi’ yürü git kızım saçma sapan konuşma!” dedim. “Hayır” dedi “Madem işkenceden geçmeden gerçek bir komünist olunmuyor, istiyorum bunu gerçekten istiyorum” dedi. “İyi al” diyerek çıplak koluna bir çimdik attım. Canı bile yanmamıştı “Şimdi ortam müsait değil, akşam size gidelim sen bana bir kahve yaparsın öyle tartışırız bunu” diyerek konuyu kapattım. Yavaştan kafamda bir plan şekillenmiyor değildi…
Evlerine gittiğimizde evin boş olduğunu görmek sevindirici oldu benim için. Selin babasının gençlik yıllarındaki fotoğraflarını gösteriyordu bana. Laf arasında “Nasıl işkencelere uğramış baban?” diye sordum. Kaşları çatıldı öfkeyle “Elektrik falan vermişler, tazyikli su sıkmışlar bir de falakaya yatırmışlar.” Dedi. Başımı manalı manalı salladım. “Ee tabi” dedim “Falaka bir komünistin olmazsa olmazıdır zaten.” Sonra hala öfkeyle çatılı kaşlarına baktım ve sabahtan beri düşündüğüm ve beni bir sonuca ulaştıracağını umduğum vurucu cümlemi kurdum. “Yaa işte öyle Selin hanım, her gerçek komünist en az bir kez falaka sopasının altından geçmiştir öyle kolunu çimdirtmekle dava adamı olunmuyor” dedim. Sonra bir an duraksadım, açıkçası söyleyip söylememekten şüpheye düşmüştüm ama buraya kadar gelmişken geri dönmeye de niyetim yoktu. “İstersen hemen yatırayım şuracıkta seni falakaya sen de milli ol.” Şaşkın şaşkın bana bakıyordu, ciddi olup olmadığımdan emin değildi. İçini okumuştum “Çok ciddiyim” dedim ve biraz da şakaya vurarak “Bak biz faşistler de temsili olarak zenci falan döveriz milli olmak için” dedim. Durdu düşündü düşündü “E iyi tamam da nasıl olacak?” diye sordu. “O kolay” dedim ve evin içinde gezinmeye başladım. Falakayı hazırlamak için eşyalar arıyordum. Öncelikle Selin’ın kardeşinin Harry Potter’cılık oynarken asa olarak kullandığı 60-70 santim uzunluğunda ince ve esnek bir tahta sopa bulmuştum. “Bu işimi görür” dedim. Falakayı tutacak biri olmadığı için bir şekilde sabitlemem gerekiyordu. 5 dakika kadar ne yapacağımı bilemeyerek evin içinde dolaştıktan sonra sonunda Selin’ın babasının barfiks çekmek için kullandığı metal çubuğu bulmuştum. Tam aradığım şeydi. Kenarındaki menteşelerle Selin’ın odasındaki gardolabın kenarına bel hizasından biraz daha yüksek bir seviyeye tutturmuştum. Bütün bu hazırlığı şaşkın şaşkın izleyen Selin en sonunda banyodan çıkarken elimde gördüğü çamaşır ipinden sonra korkmuş vazgeçmek istemişti. “Sen bilirsin kızım” demiştim “İşkence dediğin elin kolun bağlı olur. Yiyorsa” Son verdiğim gazın üzerine yeniden ikna olmuştu ama acele etmezsem tekrar cayabilirdi. Önce ayaklarını bileklerinden sıkı sıkı bağladım daha sonra da kaldırarak barfiks çubuğuna sabitledim. Falaka pozisyonunu almıştı. “Nasıl rahat mısın?” diye sormuştum gülümseyerek. İşi hala bir tür oyun sanıyor sırıtarak “Çok” diyordu. “İyi” dedim “Rahatını biraz bozalım” İstemeye istemeye ellerini de bileklerinden bağlatmıştı bana. Bileklerinden bağlı kollarını arkaya doğru gerdirip yatağın bacağına bağlarken yeniden korkmaya başlamıştı ama bu saatten sonra yapabileceği bir şey olmadığını biliyordu. Selin’ı artık iç sesini duyabilecek kadar yakından tanıyordum. Sol elime ince sopayı alarak göğüs hizamda kalkık tabanların önüne geçtim. Şimdilik sadece topukları ve parmakları pembeydi. Yanyana bağlı ayaklarının düzgün parmakları bir dağ oluşturuyordu sanki. Alçaktan eteklerden başlayıp başparmaklarında zirve yapıyor ve tekrar alçalıyordu hiçbir düzensizlik yoktu. Hafifçe eğilip kokladım ve “Kokuyor mu ne?” dedim. Kaşlarını çattı “Saçmalama” dedi. “Saçmalama ha” dedim sopayı havaya kaldırdım. Gözleri korkuyla açılmıştı. “İyi al bakalım öyleyse” dedim ve ilk darbeyi havayı yararak tabanlarına indirdim. Etli tabanlarına sopanın inmesiyle çıkan şak sesi Selin’ın inlemesine karıştı. Yüzünü acıyla buruşturdu, ayaklarını geri çekmeye çalıştı ama menteşelerinden sağlam tutturduğum barfiks çubuğu ona izin vermemişti. Yüzündeki acıyı bir anlığına görmek yetmişti ikinci kez sopayı kaldırdım ve hızla tabanlarına indirdim. Bu sefer tam ayağının iç kıvrıma oturtmuştum sopayı. “AAAAAAHHH” diye bağırdı bu sefer gerçekten yanmıştı canı. “TAMAM” dedi bağırarak “YETER BU KADAR” İşte hep hayallerini kurduğum duymak istediğim cümle… Bundan sonra işler değişiyordu. Sopayı yere bırakınca rahatladı. Toparlandı onu çözmemi bekliyordu. Oysa hiç öyle bir niyetim yoktu. Ayaklarına dokundum. Arka arkaya vurduğum iki kez vurduğum yer hemen ısınmış yanmaya başlamıştı. Başına geldim. Eğildim ve dudaklarından öptüm. “Nereye yetiyor Selin’cım. Daha yeni başlıyoruz” dedim. “NE YAPIYORSUN SEN!” diye bağırdı. Ama dudaklarına yapıştığım için mi yoksa falaka seansını devam ettireceğim için mi söyledi bunu anlamadım. Belki de her ikisi içindi. Sopayı tekrar elime aldım. Önce parmaklarımı sıcak tabanlarında gezdirdim ve ardından seri darbeler indirmeye başladım. Bir çoğu direk taban kıvrımlarına iniyordu. Arada birkaç tanesini ıskalayıp parmaklarına falan da vuruyordum ki sanırım en çok onlar can yakıyordu. Tabanlarından gelen her ŞLAK sesine karşılık ondan bir “AAAAAAAAAH” duyuluyor sopayı her kaldırdığımda “YAPMAAAAAAAAAAAHHHHHHH, YALVARIRIIIIIIIAAAAAAAAH” lar kulağımı okşuyordu. 20 dakikaya yakın bir falaka seansının ardından tabanları kıpkırmızı olmuş kıvrım bölgesinde ince bir sopa izi belirmişti. Ağlamaktan makyajı akmış ve bağırmaktan sesi kısılmıştı. Ona biraz dinlenmesi için fırsat tanımaya karar verdim. Ne de olsa eski arkadaşımdı. Başına gittim tekrar. Eğildim. “Bitirmemi istiyor musun?” diye sordum. Hıçkırmaktan konuşamıyor sadece hızlı hızlı başını sallayabiliyordu. “Aa ama ağlama. Peki zaten birazdan çok güldüreceğim seni. Öyleyse bitiriyorum ama son 100 sopa daha vuracağım tatlı tabanlarına. Okulda bütün gün siyah çoraplarınla lacivert converselerinin içinde sakladığın için bir ceza olarak. Ve sen de sayacaksın tamam mı? Takıldığın yerde başa dönerim. Anlaştık mı?” dedim. Bir yandan hayır anlamında kafasını sallıyordu bir yandan hıçkırıyordu. Elime sopayı aldım “İşine gelirse” dedim “1’den başlayıp 100’ü duyana kadar devam edecek bu seans.” Sopayı kaldırdım ve ilk darbeyi indirdim bu sefer gelen şaak sesinin arkasından “AAAAAAAHAAHAAAAH BİİİİİİR” diye bir haykırış duymuştum. İkinciyi indirdim Şlaak “İKİİİİİEEEEAAAAAAH”… Şlaaak “AAAAAAAAAAHÜÜÜÜÜÇ”…. Şaaaak “HIAAAAAAAAAAH DOKUUHUHUUUZ” Şlaaaaak “AAAAAAAHHOOOON YEDİİİİ”… “YETEEEER YALVARIRIM DUR ARTIK DAYANAMIYORUUAAAAAAAAAAAAHHH OTUZ SEKİİİİİZ”… “NE İSTERSEN YAPARIM NOLUR DUUUUAAAAAAH ELLİ YEDİİİİİİ”… “AAAHH SİK BENİİİİ İSTEDİĞİN GİBİ SİK BENİ HER GÜN VERİRİM SANA AAAAAHHHHHHH YETMİŞ ÜÜÜÜÜÇ”…
- 44 Forumlar
- 5,453 Konular
- 75.2 K Gönderiler
- 0 Çevrimiçi
- 9,000 Üyeler