BİR KÖLE HİKAYESİ
KÜÇÜK KIZ VE ORMAN
Bir gülüşün ardına sığınmak ve susmak...
Hiç denediniz mi? Oldukça güvenli. Kimse gelip sormuyor; ne o ağlıyor musun?
Meraklı komşulardan, yakınlarımızdan ve yabancılardan korunmak için ne kadar da korunaklı bir yol. Bir gülüşün ardına sığınıyor ve susuyorsunuz. Derin bir ormanda yürümek gibi.
Öyle zannediyorum ki ben, bu huzurlu, sakin; ağaçlarla çevrili, kuşlu kelebekli, huzurlu yolu çocukluğumda keşfettim. Adını koyamadığım bir duygu, bir ses, bir koku, bir renk beni bu yola ve yolun sonundaki bu ormana itti diyebilirim. Bu ormana gittim ve geri gelmedim. Belki de bu yüzden, o günden bu güne farkında olduğum bir hüzün taşıyorum ruhumda. Bu farkındalık çocukluğum kadar, milat kadar eski sanki. Çok da severim eskileri. Eski arabalar, eski dergiler, eski kitaplar, eski aşklar. Bir de eski dostlar. Kaldıysa tabii...
Kız çocuklarını bilirsiniz. Birkaç süslü toka, bir ayna, biraz müzik, parlak bir kurdela, renkli giysiler, kafa dengi bir arkadaş, abla... Yaşı sizden büyük de olsa bir komşu kızı mesela... Ne çıkarsa bahtına. O zaman her yağmurda Kürt Halime Yenge'nin evini su basmış, bu bayram da yeni bir ayakkabı alınamayacakmış, matematikten tahtaya kalktığında yine altına kaçıracakmışsın ne gam. Geçersin aynanın karşına, açarsın radyonun sesini ve uzunca bir ayçiçeği sapını mikrofon niyetine sağa sola sallayarak şarkı söyler, dans edersin. "Son verdim kalbinin işine, aklım ermedi gidişine... "
O yılları hatırladıkça ilk aklıma gelen görüntü bu. Benden yalnızca on üç ay büyük olan ablam ve halakızı Zehra. Adı başka ama hep öyle diyorum ben ona. Radyonun sesini sonuna kadar açmış dans ediyorlar. Nereden buldular bilmiyorum, saçlarında renkli tokalar var, Ayaklarında kim bilir hangi komşunun muhtemelen çeyizinden kalan, modası geçtiği yahut artık küçük geldiği için gözden çıkardığı yüksek topuklu terlikler... Hallerine bakıp gülümsüyorum. Zaman zaman elimdeki kitaptan başımı kaldırıp bu çocukça hallerini seyrediyor ve onlardan çok çok büyükmüşüm de, beni gittiğim yerden, o kimseciklerin bilmediği ormandan çekip getirmelerine kızmayacak kadar hoşgörülüyüm. Anneyim, ablayım, teyzeyim, halayım... Büyüğüm işte!
O ikisini bu şekilde görüp, bir süre seyrettikten sonra yeni maceralara atılmak üzere elimdeki kitabın sayfasını çevirip, uçsuz bucaksız ormanlarımda yeniden kayboluyorum. Orada ne kadar kaldığımı çok net hatırlamıyorum. Yokluğumda saatlerin, gündüzlerin ve gecelerin, mevsimlerin ve yılların geçtiğini bilmeden sonsuza dek kaldım diyebilmeyi ne çok isterdim. Ne tuhaftır ki ben her okuduğum kitapta kayboluyor, her kayboluşun ardından daha da derinleşmiş olarak geri çıkıyor ve o ikisini aynanın karşısında dans ederken buluyordum. Tuhaf çünkü ben her geri dönüşümde onların saçlarını biraz daha uzamış, bellerini biraz incelmiş, bakışlarını biraz daha işveli, gözlerini daha parlak görüyordum. Zamana ayak uydurmayı başarmış olduklarını fark edip nasıl da şaşırıyordum. Bu arada iki kuzumuz daha olmuş, annem bilmem kaç bininci kez bir tekne hamur daha yoğurmuş, büyük ablam Sümerbank'tan alınmış iki metrelik ucuz kumaşla kendine yeni bir elbise daha dikmiş, ikizlerden biri düşüp dizini yaralamış, babam ay sonunu getiremeyeceği korkusu ile birkaç tel saçını daha yitirmiş, hepsini görüyor, fark ediyor, biliyor ama yine de o ormana gitmekten alıkoyamıyordum kendimi.
Bu yolculuklardaki huzur, yapılmamış ev ödevlerimle birlikte annemle babamın hiç bitmeyen, yüreğimle birlikte kulaklarımı da tırmalayan sesleri ile de bölünüyor. Kulaklarımı ellerimle kapatıyorum ama sesler öyle yüksek ki, kendimi tutmasam, yorganı başıma çekip ağlamasam oracıkta orta yerimden çatlayıp öleceğim sanıyorum. Şimdi, yıllar sonra bile düşününce ben, ne yazık ki o çığlığı hiç atmadığımı fark ediyorum. Ne yazık ki ben o kitabın sayfalarını aşıp, ormanın derinliklerine kadar ulaşan sesleri hiç susturamadım. Belki de bu yüzden bugün bile kulak tırmalayıcı sesler duydukça, kaçmalı, kurtulmalı diyorum kendi kendime. Kaçacak yer bulamıyorsan o yeri yaratmalı!
Zamanla evden, kavgadan, gürültüden kaçıp saklanabilmek, kendimle ve kitaplara sıkıştırılmış hayatlarla baş başa kalabilmek için küçük keşif gezilerine çıkıyorum. Gözüme sınırsızmış gibi görünen bahçe ben büyüdükçe, yoksunluklarımızı ve yoksulluklarımızı fark ettikçe daha mı küçüldü ne? Kim bilebilir, belki de benden önce çocukluktan geçen, benden çok önceleri büyüyen herkesin fark ettiği gibi, sadece hayallerimizdi de küçülen bunu ilk keşfeden benmişim gibi tuhaf bir sarhoşluk duygusuna kapılıyorum istemeden. Çaresizlikle karışık bir tuhaf başdönmesi. Eskiden yan yana iki kardeş, rahatlıkla uyuduğumuz sedirler ağuşlu başlı yattığımız halde ne kadar küçük şimdi. Şaşkınlıklar silsilesi böyle büyürken ve her geçen gün evden uzaklaşırken annemin kaşları daha da çatılır, bedduaları artar, tehditleri sağa sola savrulur ama ben yine de uslanmazdım. İkindi vakitleri komşu kadınlarla içtikleri çaya eşlik etsin diye anlatılan korku hikayelerini düşündükçe, yatarken ayağımı yorganın dışına çıkarmaya nasıl da korkardım. Ağaçların dalları cama vurdukça, ay çıktığında düşen gölgeleri gördükçe az sonra içeri bir anarşist girecekmiş ve nefesimi oracıkta kesecekmiş gibi hareketsiz yatardım. Terörist sözcüğünün henüz dilimize yerleşmediği o günlerde anarşistti kötülüğün diğer adı. Anarşistler hayatın içindeydi ve gerçekti adını unuttuğum kasabanın gecelerinde. Masal kitaplarında olurdu canavarlar. Bu yüzden hiç korkmazdık devlerden, cücelerden ve küçük çocukları bohçasına hapsedip dilendirmek üzere alıp giden çingenelerden. O günlerde bize anlatılan en korkunç, en gerçek yaratık, kocaman kolları ile uzanıp çocukları uykusundan alacak ve kara, tüylü göğsüne bastırıp boğacak olan anarşistlerdi. Filanca köye baskına gelen anarşistler şu kadar çocuk öldürmüş diye anlatır, ardından gözlerimizin içine baka baka, keyifle çaylarını yudumlarken hepsinin yaramaz çocuklar olduğunu belirtmeden de geçmezdi komşu kadınlar. İşte tir tir titreyerek uyumaya çalıştığım ve hiç korkmamış, rüyalarımda gelip boğazımı sıkmamış gibi her sabah unuttuğum anarşistlere rağmen annemin çatık kaşlarından, en çok da hayattan kaçar resim yapmaya koşardım nereye olursa. Kız kısmı resim yapmaz oya örerdi o günlerde ama beni çok da ırgalamazdı doğrusu.
Hiç üşenmeden taşıdığım kereste parçaları ile üzerine ilkel bir okuma köşesi yaptığım kiraz ağacı, Nazlıların bahçesine taşan sarı güller ve meyvesiyle değil de her bahar inanılmaz güzellikteki çiçekleri ile beni kendine aşık eden, içimi mutlulukla dolduran ayva ağacı... İçinde yaşayanları, yaşananları kötü niyetli bakışlardan gizlesin diye bahçenin dört bir yanına ektiğimiz ayçiçekleri, mısırlar ve yer elmaları... Havuzu gölgeleyen söğüt ağacını nasıl da özledim. O söğüdün kovuğuna yuva yapan tırtılı, o tırtılı merak edip ince bir çubukla yerinden düşüren, günler sonra aynı tırtılı aynı yerde görünce hayretler içinde kalan çocukluğumu nasıl özledim.
Kaçıp kurtulmalı diyordum ama doğup büyüdüğüm sokağın ve arada bir davul sesi duyduğumda bir nişan ya da düğün vardır, belki coca cola, kaba şeker, belki fındık fıstık, leblebi dağıtırlar düşüncesiyle, sevinçle yakın sokaklara yaptığım kaçamaklar dışında hep içsel yolculuklardı çıktığım. O günlerde ben, çocuk aklımla bile hayatımda bir şeylerin eksikliğini hissederdim de yine de önemsemezdim. Kendini yersiz yurtsuz bir iğde ağacı gibi hissetmenin ne demek olduğunu, büyüdükçe, insanları tanıdıkça, aslında onları hiç tanımadığımı anladıkça öğrendim. O günlerde farkında bile olmadığım yoksulluklarımız insana dair detaylar dışında hiç de önemli değilmiş gerçekte. Fiziki anlamda hiç evsiz barksız, yapayalnız kalmamıştım ama ne kadar yalnız bir çocukluk geçirdiğimi süreç içerisinde yavaş yavaş kavradım.
O günlerden geriye, içimde yaşayıp giden küçük kız kaldı. Yolumu onunla ayırdım mı, hala yanımda, hala yürüyor mu, yoksa o yalnızca bir yanılsamadan ibaret mi bilmiyorum. Şimdi geriye dönüp baktığımda bile kahırlı uykulardan uyanarak başladığım günaydınsız günleri ve çeşit çeşit hayallerle ısıttığım geceleri düşündükçe o günlerde başladığım içsel yolculuğun hiç bitmediğini görüp hüzünle karışık bir dinginlik kaplıyor yüreğimi. Bir yol ağzında ayrıldığım o küçük kızla aynı bedende, aynı yöne yürüyen iki farklı ruh gibiydik aslında. O, yolculuğun bir noktasında duruyor, yaşıtlarının görmediği kuytulara gizleniyor, olağanüstü güzellikte resimler çiziyor ve boya kalemleri olmadığı için o resimleri otlarla boyuyordu. Nerede küçük bir su birikintisi görse sevinçle el çırpıp çamurdan heykeller yapıyor ve mutluluğu ucundan yakalıyordu. Kendince tabii. Ondan ayrı ama onunla birlikte, kimi yanında kimi de önünde yahut da arkasında yürürken ona göz kulak olmak, ablasıymışım gibi elinden tutmak, canı yandığında başını okşamak, küçük ya da büyük herhangi bir tehlike ile karşılaştığında savunmasını üstlenmek benim kaçınılmaz vazifemdi. Öyle ki o, küçücük yaşına rağmen ağaca baktıkça ağaç, suya baktıkça su, buluta baktıkça bulut oluyordu da ben yaşamın sürgit sıradanlığı ile bağını koparmasın diye görünmez iplerle ruhuna attığım düğümleri daha da sıkıyordum. Yolun sonu nereye varır, hayat karşımıza kimleri çıkarır hiç bilmiyorduk ama, başbaşa kaldığımız anlarda, arada kavga ettiğimiz de olurdu. Yahut rollerimizi değiştiğimiz... Ağırbaşlı görünümüme rağmen ben, arada huysuz, haylaz bir kız olup çıkıyor, dizginlemez bir enerjiyle komşu bahçelerden yahut pazardan aşırdığı meyveleri mideme indiriyor ve ödevlerimi yapmadığım için sık sık okuldan kaçıyordum. Bu defa o kulak çekme sırası ona geçerdi. Kümeslerinden salıverilmiş tavuklarla, hindilerin otlar arasına bıraktığı yumurtaları toplamaya koşarken düşer, üstüm başım yırtılır bu defa da ben umursamazdım yol arkadaşımı. Hassastı, kırılgandı, gözleri hep buğulu bakardı. Bu yüzden çok gördüm yüzünü yağmurla yıkadığını.
Ben mi?
Ben umursamazdım. Güçlüydüm. Kaya gibi sert, çınar gibi sağlam ve dağlar kadar yalnızdım. Bir gülüşün ardına sığınır ve susardım...
./..
Teşekkür ederim Masternick ama ters giden bir şeyler var gibi yorumunuzda.
Sözgelimi "Devamını sabırsızlıkla bekliyorum..." gibi bir şeyler yazacaktınız. Ben de "Efendim izin verdiği sürece niçin olmasın? En kısa zamanda..." vb. birşeyler. Değil mi ama.
- 44 Forumlar
- 5,453 Konular
- 75.2 K Gönderiler
- 0 Çevrimiçi
- 9,004 Üyeler