Matbu Sado-Mazo Pornoda Ortadoğu ve Türkiye

1960 Öncesi: Klasik dönem
Norman Daniel’in Islam and the West (İslam ve Batı) başlıklı çalışmasında gösterdiği gibi, Hıristiyan polemiklerinde İslam’ın cinselleştirilmesinin ve Müslüman erkeklerinin Hıristiyan kadınlarına yönelmiş bir cinsel tehdit olarak temsil edilmesinin kökeni ortaçağa kadar iner.
Türklerin yalnız askeri değil, cinsel alanda da bir tehlike teşkil ettiği görüşüyse en az İstanbul’un fethi kadar eskidir.
Örneğin, XV. yüzyıl Kronikçisi Jacques de Clerg, Türklerin Ayasofya’ya girdiklerinde oraya sığınmış olan Bizanslı asilzade kadınların ve kızların ırzına geçtiğini anlatır; çağdaşı Mathieu d’Escouchy ise Fatih Sultan Mehmed’in önce Bizans prensesi İrini’nin ırzına geçtiğini, sonra da onu din değiştirmeye ikna edemeyince, çırılçıplak soydurup başını vurdurduğunu söyler.
Örneğin Diane Wolfthal, Images of Rape (tecavüz imgeleri) başlıklı kitabında, Türklere karşı sürdürülen savaşların temsil edildiği XVI. yüzyıl Alman gravürlerinde bazı motiflerle -sözgelimi, etekleri dizlerinden yukarıya kadar sıyrılmış kadın cesetleri resimleriyle- özgül olarak ırza geçilme fikrinin amaçlanmış olduğunu belirtir.
Cinsellik öğesinin, özellikle de cinsel şiddet imgesinin, Türk-İslam aleyhtarı savaş propagandasında kullanılışının birkaç örneğidir bunlar. Erotik edebiyattaki en erken örneği, ilk defa 1828’de yayınlanan meşhur The Lustful Turk (Şehvetli Türk) romanıdır. Yazarı belirsiz olan söz konusu romanda, Tunus Beyi ile Cezayir Dayısı’nın eline düşmüş olan Avrupalı esirelerin, bu hükümdarların hareminde uğradıkları türlü taciz ve durum, çok açık saçık bir üslupla anlatılmaktadır. Dayı, haremine yeni katmış olduğu bir Yunanlı esirenin “ikinci bekaretini” de bozmaya yeltenince galeyana gelen kadın tarafından iğdiş edilir. Bunun üzerine kesilen uzvunu romanın İngiliz kahramanları Emily ve Sylvia arasında paylaştırır.
Avrupalı Esireler ve Müslüman Efendileri başlıklı kitabımda daha etraflıca anlattığım gibi, Mağrip korsanlarının yüzyıllardan beri Akdeniz’de serbest ticareti engellemeleri ve esir aldıkları yolcu ve gemicileri köle olarak satmaları, XIX. Yüzyıl başlarında Avrupa ve Amerika’nın giderek yoğunlaşan askeri tepkilerine vesile olmuş, Cezayir’i 1815’te Amerika’nın ablukaya alması, 1816’da İngiltere’nin topa tutması, 1830’da ise Fransa’nın fiilen işgal etmesi ile korsanlık devri kapanmıştır. Öte yandan, 1821’de başlayan Yunan bağımsızlık savaşının dönüm noktalarından Navarin baskını 1827’de Osmanlı donanmasının hezimetiyle sonuçlanmış, Philhellene (Yunan dostu) akıma gönüllerini kaptırmış olan binlerce Avrupalının heyecanla izlediği mücadele nihayet 1829-30’da bir Yunanistan Devleti’nin kurulmasıyla noktalanmıştır.
Her ne kadar The Lustful Turk her şeyin başında pornografik bir roman ise de, siyasi içeriğinin asla göz ardı edilmemesi lazımdır.
Benzer konulu bir başka kitap, 1875’te Paris’te yayınlanan Marche aux esclaves et harem: Episode inedit de la piraterie barbaresque au XVIIIe siecle’dir (köle pazarı ve harem: XVIII. Yüzyılda Mağrip korsanlığına dair evvelce yayınlanmamış bir vaka) . Keza yazarı belli olmayan bu eserde, bir fransız genç kız teyzesiyle birlikte korsanlar tarafından esir alınır, köle pazarında çırılçıplak teşhir edilip bir güzel mıncıklandıktan sonra bir hareme satılır. Her ne kadar bu kitap da aynen The Lustful Turk gibi sado-mazo zevklere hitap ediyorsa da, ardında yatan siyasi mesaj biraz farklıdır, çünkü yayınlandığı dönemin siyasi ortamı başkaydı. 1830’da işgal edilen Cezayir’e çok sayıda Fransız sömürgecisinin yerleştirilmesi üzerine 1858’de yerliler ayaklanmış, ayaklanma Fransızlar tarafından son derece kanlı bir şekilde bastırılmış, nihayet 1894 yılında Cezayir resmen Fransa’nın bir vilayeti haline getirilmiştir. Yayınlanması bu sürecin ortalarına tesadüf eden Marche aux esclaves et Harem’in, Cezayir yerlilerinin ne kadar vahşi olduğunu telkin ettiğini, dolayısıyla da sömürgecilerin bastırma ve Fransızlaştırma işlevi gördüğünü iddia etmek sanırım mümkündür.
Örneğin William Ewart Gladstone, 1876’da Bulgarian Horrors and the Question of the East (Bulgar mezalimi ve doğu sorunu) adlı ünlü broşürünü yayınlarken aslında Bulgarları Osmanlılardan korumayı değil, “Türk dostu” olarak bilinen İngiltere başbakanı Benjamin Disraeli’yi yıpratmayı amaçlıyordu.
İşte bu ortamda Osmanlı devletinden söz eden sado-mazo nitelikli birkaç erotik kitap yayınlanmıştır. Bunlardan, yayıncı Charles Carrington’un (yani Paul Ferdinando) 1905 yılında Paris’te bastığı ve Jean de Villiot müstear adıyla çıkan Eil pour ceil: Episode de l’insurrection macedonienne (göze göz: Makedonya isyanından bir vaka), Avrupa kamuoyunu çok meşgul eden 1902-03 Makedonya olaylarını konu edinmektedir. Kitabın başında, 13 Ekim 1903 tarihli Le Journal gazetesinde Jacques Dhur imzasıyla çıkmış olan uzun bir yazıdan alıntılar yer almakta, bunlarda Osmanlı askerlerinin isyanı bastırırken işledikleri suçlar ve halkın uğradığı vahşet, kişi ve yer adlarıyla tarihler verilerek ayrıntılı bir şekilde nakledilmektedir. İlk anda sahte sanılabilecek olan bu makale gerçekten yayınlanmış olup, kitaba gerçek süsü verilmiş olan müstehcen hikayelerden oluşmaktadır. Genel havası şu örnekten çıkarsanabilir;
Sadistleri çok önceden tanımıştı; terimi duymamıştı ama nesnenin kendisini iyi bilirdi. O Arnavut’lar, o başıbozuklar, o kahrolası Türkler ki, katledip yağmaladıktan sonra Makedonyalı bakirelere saldırırlar, alevlerin arasında, yangın ışığında, onları zorla en iğrenç okşamalara tabi tutarlar, sadece başkalarına azap çektirdikleri ölçüde haz duymayı becerebilirler, gereksiz eziyet çektirerek, şiddet uygulayarak tahrik olurlardı. İşte onlar sadistti.
Türkler (ve müttefikleri), yalnız Makedonyalıların bağımsızlık mücadelesine karşı çıkan düşmanlar değil zalim cinsi sapıklar olarak temsil edilirler. Makedonya olaylarını konu eden bir başka eser, Viyana’da Gesellschaft Österreicihischer Bipliophilen adı altında C.W. Stern tarafından 1909’da yayınlanan Balkangreuel (Balkan mezalimi) başlıklı, on iki büyük taşbaskı resimle kısa bir sunuştan oluşan kitaptır.
Balkangruel’daki resimlerde kızlar ve kadınlar hep mağdurdur, ama onlara eziyet etmekte olan erkeklerin milliyeti – kıyafetlerinden de anlaşıldığı gibi- bir değildir: Kimisi Türk, kimisi Arnavuttur, fakat birçoğu da Bulgar çetecesidir. Yani bu eserin amacı Osmanlı aleyhtarlığı yapmak değil, Balkan halkını perişan eden vahşetin bütün sorumlularını lanetlemektir. Ancak ilginçtir ki, Sieben’in resimleri bazı korsan yayınlarda kullanılınca kötü kişiler hep Türk olarak betimlenmiştir. Bunların arasında en çarpıcı olanı, Ophillia Pratt müstear adıyla 1916’da Londra’da yayınlanan Balkan Cruelties (Balkan Mezalimi) adlı kitapçıktır. Bu kitapta her resmin yanına son derece kaba bir dille yazılmış bir şiir konmuştur ve kitabın başlığına rağmen konuları Balkan yöresi değil, Ermenilerin katliamıdır. Kitabın başına konmuş olan James Viscount Bryce imzalı, herhalde kendisinden izinsiz olarak The Treatment Of Armenians İn The Ottoman Empire (Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermenilere Uygulanan Muamele) başlıklı ve 1916 tarihli ünlü raporundan (hani bir süre önce Türkiye basınını hayli meşgul eden “mavi kitap”) özetlenmiş sunuş bölümü, bunu açıkça kanıtlamaktadır zaten.
1932 yılında, yani panislavizm ideolojisinin zirvede olduğu bir dönemde Çekoslovakya’da yayınlanan Eunuch a jine obrazy z Balkanu (Hadımağa ve Başka Balkan Manzaraları) başlıklı eserdir.
Türkiye’ye ve Balkan yarımadasına değinen bir başka sado-mazo eser, M. Sadow müstear adıyla 1908’de Leipzig’de yayınlanan Die Prügelzucht in der Türkei und im Orient’tir (Türkiye’de ve Şark’ta Dayak Cezası).
XX. yüzyılın başlarında Batı kamuoyunda “Şark Zulmü” kavramını kişileştiren bir sima, Sultan II. Abdülhamid’dir.
Henri Gaultier de Saint–Amand, bu konuda iki kitap yazmıştır. Bunlardan Les Mysteres du harem (Haremin Esrarları), ilk defa 1910 yılında Paris’te yayınlanmış, daha sonra iki baskı daha yapmıştır. Diğeriyse Au Service du Sultan rouge: Episodes des Massacres d’Armenie (1894-1896) (Kızıl Sultan’ın Hizmetinde: Ermenistan Katliamından Vakalar, 1894-1896) başlığıyla keza Paris’te 1909’da basılmıştır. İki kitapta da hayli irkiltici resimler vardır, birincisinin sanatçısı meçhuldür, ikincisininki ise G. Hirlemann’dır.
Örneğin, Les Mysteres du harem’in konusu Osmanlı haremine zorla kapatılmış bir Fransız kadınının geçirdikleri olup, bu eser, Avrupalı esireler ve Müslüman Efendileri’nde çeşitli örneklerine rastlanılan, birkaç yüzyıllık tarihleri olan ve Fransız okurlarının yakından tanıdığı esaret anlatılarına benzemektedir.
Ermeni katliamıyla ilgili bir başka kitap, büyük ihtimalle müstear olan B. Dagirian adı altında, 1930 civarında Paris’te yayınlanan La troublante odyssee d’une caravane (bir kervanın tedirgin edici serüveni) başlıklı eserdir. Dönemin tanınmış sado-mazo kitap illüstratörlerinden Georges Topfer’nin resimleriyle süslenmiş olan bu yapıtta da, (Eil Pour ceil’de olduğu gibi, belgesel bilgilerle kurgu birbirine karıştırılmış, Azkanaver Derneği tarafından 1920 yılında Paris’te yayınlanmış olan Temoignages inedits sur les atrocites turques commises en Armenie (Türkler tarafından Ermenistan’da uygulanan vahşete dair daha önce yayınlanmamış tanıklıklar) adlı kitaptan alıntılar, metnin çeşitli yerlerine serpiştirilmiştir. Erotik niteliği açık olan La troublante odyssee d’une caravane, okurları tarafından tarihsel gerçeklerin doğrudan ifadesi olarak algılanmamıştır herhalde, ama hiç olmazsa o yıllarda tedavülde bulunan görüşlerin bir yansıması sayılabilir ve bu açıdan ilginç bir belgeseldir.
1960 Sonrası: Kitlesel Dönem
Buna mukabil 1960’lı yıllarda, pornografinin Batı dünyasında kitlesel boyutlar kazandığı devirdir. Kitaplar ve dergiler (ve tabi 1980’li yıllarda video, 1990’lı yıllarda ise internet teknolojilerinin etkileri de unutulmamalı) yoluyla milyonlara ulaşabilen cinsel içerikli yayınlar, bir yandan üretim maliyetleri düştükçe çeşitlilik açısından da büyük bir artış göstermiştir.
The Lustful Turk gibi klasik eserlerin 1960’lı yıllardan itibaren tekrar tekrar basılması bir yana, bu dönemde Türkiye’ye ve Türklere ilişkin bazı yeni kitaplar da yayınlanmıştır. Bunlardan A. De Granamour müstear adını kullanan Paul Little’ın Pain Slaves of the Turks (Türklerin sancı köleleri) ve Turkısh Delights (Türk hazları/lokumlar) başlıklarıyla yayınlanan romanı, I. Dünya Savaşı sırasında sadist bir Türk subayının eline geçen iki İngiliz kız kardeşin uğradığı işkenceleri konu edinmektedir. Ancak ilginçtir ki, kardeşlerden biri, yardım dilemek için bir Yunanlı casusa başvurunca tecavüze uğrar. Yani burada kimin iyi, kimin kötü olduğu bir nebze karışıktır, belki daha ziyade Batı/Doğu ekseninde tanımlanmıştır.
Al Briggs’in Turkish Sex Slave’i (Türk seks kölesi), Jean-Jacques Tibor’un Nightmare in Istanbul’u (İstanbul’da kabus), Fred Rectory’nin Torture Turkish Style’ı (Türk usülü işkence)hep böyledir. Bunlardan Rectory’nin kitabı, Kıbrıs’ta geçer. Howard Cone’ın Sex Slave in Turkey’si (Türkiye’de seks kölesi) de bunlara benzer.
Bütün bu kitapların pornografik niteliği barizdir, ama birçoğunda gerçeklerin söz konusu olduğu iddia edilir yine de. Yine de bu tür iftira ve hakaretlerin özgül olarak “Türk düşmanlığı” adına yapıldığını söylemek yanlış olur. Burada değinilen kitapların çok benzerleri Vietnam, Japonya, Sovyetler Birliği, Nazi Almanya’sı ve Küba, Latin Amerika, Uganda gibi ülkeler hakkında da yazılmıştır. Yani sorun Türkiye aleyhine propaganda yapmaktan çok, “öteki” addedilen ülkelere karşı ortalama okurun duyduğu yabancı düşmanlığını sömürmektedir.
Hal böyle olunca, 1973-74 OPEC petrol ambargosu ve 1979 İran devrimiyle 1979-81 rehine bunalımı sonrasında Arapları ve İranlıları hedef alan Slave of the Arab Terrorist (Arap Tedhişçinin Kölesi) ve Victims of the Arab Terrorists (Arap Tedhişçilerin Kurbanları), Victims of the Arab Pigs (Arap domuzların kurbanları) gibi inanılmaz derecede ırkçı olanları da vardır.
Böyle kitapların yanı sıra, harem kurumunun esaret ve işkenceyle eş anlamlı olduğu önyargısının yüzyıllardır hüküm sürdüğü bir ortamda savaş, tedhişçilik gibi bahanelere gerek kalmadan Harem Slave (Harem Kölesi), Rape and Harems (Tecavüz ve Haremler), Harem Hell (Harem Cehennemi) gibi kitapların yayınlanmış olması şaşırtıcı değildir.
Türkiye’de kamuoyunun, gazetelerin de kışkırtmasıyla, dünyayı “Türk dostları” ve “Türk düşmanları” olmak üzere iki takıma ayırmak gibi bir adeti vardır eskiden beri. Oysa dünya nüfusunun büyük çoğunluğu ne biridir ne öteki: dünya nüfusunun büyük çoğunluğu Türkiye’nin nerede olduğunu bilmez, bilmek ihtiyacını da duymaz. Sözü edilen kitaplar, bir Türk aleyhtarı komplonun değil, şehvet duyguları sömürüsü yaparak para kazanmak derdinde olan birtakım insanların oportünizminin ürünüdürler. Ancak bu kitaplarda dile getirilen Türk imgesinin, okuyuculara inanılır gelmesi gereklidir elbette. Bu bakımdan da, böyle kitapları, mevcut önyargıların barometresi addetmek mümkündür.
Kaynak: İrvin Cemil Schick/Virgül (sayı:92 sayfa: 6-10)

ve konuya gönderilen yorumlar
-----------
Katliamlar denince Ingilizlerin eline kimse su dökemez. Bir dahaki sefer size birisi Türklerin barbarlığından bahsederse onlara Amristar Katliamını hatırlatın ve benim de selamımı söyleyin.
Katliam 13-Nisan-1919'da Ingilizlerin o zamanki sömürgesi Hindistan’ın Amritsar kentinde olur. Olay bir Ingiliz kadının Amritsar kentinde bisikletle dolaşırken birkaç kişi tarafından sarkıntılık edilidiği iddiasıyla başlar. Kadın bu olayı o zamanki komutan General Michael Dyer’e şikayet eder.
General hemen bir emir çıkartır ve o caddede yürüyen bütün Hintlilerin dizlerinin üstüne çökerek ve sürünerek yürümelerini emreder. Ayrıca Ingiliz polis güçlerine yanlarına yaklaşan bütün Hintlileri kırbaçlama yetkisi verir.
13-Nisan’da Hintliler bir festivali kutlamak ve bu olanları protesto etmek için toplanırlar ve sakince mağdur olanların anlattıklarını dinlemeye başlarlar.
Aniden General 50 askeriyle belirir ve hiçbir uyarıda bulunmadan makineli tüfeklerle ateşe başlar. 10-15 dakika içinde 370 ölü ve 1,500 yaralı bırakarak çekilir. Karargaha dönünce üstlerine isyana kalkıştıkları için ateş açtığını rapor eder.
Araştırma için Hindistan’a gelen müfettiş, generale masum halka ateş açtırmasının nedenini sorunca General Dyer: ‘Buranın kumandanı benim. Buradaki askeri icraatı ben takdir ederim. Öyle lüzum gördüm ve emrettim’ cevabını verince müfettiş:
‘Pekala, ahalinin yüzüstü sürünmesini emretmenizin sebebi nedir?’ diye sorar.
General: ‘Hindlilerden bir kısmı tanrıları karşısında yüzüstü sürünüyorlar. Bunlara bir İngiliz kadının bir Hindu tanrısı kadar kutsal olduğunu ve onun karşısında da hakaret değil, sürünmeleri gerektiğini anlatmak istedim’ der.
Generalin bu sözleri İngiliz basınında çıkınca biranda kahraman ilan edilir ve tarihe Amritsar isyanını bastıran General olarak geçer. Bu olaylardan sonra Hindistanda büyük olaylar çıkar ve General Dyer emekliye ayrılır. Fakat Lord’lar kamarası olayları anlayışla karşılar ve hiçbir ceza verilmez!!!
Bu olaylar sırasında genç bir delikanlı olan Udham Sing gözlerinin önünde olanların intikamını almak için yemin eder ve intikamını 13-Mart-1940 Londra’da Caxton Hall’da katliam zamanı bölge valisi olan Sir Michael O’Dwyer’i 6 kurşunla vurarak alır , ve kendiside 31-Temmuz’da idam edilir.
- 44 Forumlar
- 5,453 Konular
- 75.2 K Gönderiler
- 0 Çevrimiçi
- 9,004 Üyeler