Shop
AİT OLDUĞUM YER
 
Bildirimler
Tümünü temizle

AİT OLDUĞUM YER

5 Gönderiler
4 Üyeler
0 Beğeniler
183 Görüntüleme
(@falarina)
Gönderiler: 291
BDSM Ruhlu
Konu başlatıcı
 

AİT OLDUĞUM YER

“Bu öğlen çıkıp ayakkabı mağazalarını dolaştım. Onlarca ayakkabıdan hiçbirini beğenmedim. Yok yok! Öyle rengârenk, yüksek topuklu, seksi papuçlar değildi denediklerim. Onlardan çok var desem yalan olur. Birkaç çift, idare edecek kadar var, fazlasını istesem de alamam zaten. Çok pahalılar. Greyder denilen modellerden, ayağımı taştan esirgeyecek, donmaktan koruyacak, dağlar çağırdığı vakit giyebilmek için elimin altında olacak sağlam bir ayakkabıydı aradığım.

Sanki hiç yokmuş, sanki yaşamımdaki boşlukları doldurabilecekmiş, sanki şu an hayatımın en önemli eksiğiymiş, sanki onu alınca her şey yerli yerine oturacakmış gibi bir ayakkabı aradım işte. Hayatımın bir yerinde, sahip olduklarımı (neye sahipsem artık), aşinaları (kime ne kadar aşina hissediyorsam), herşeyi (yani hiçbir şeyi), geride bırakıp uçsuz bucaksız dağlara vuracakmışım da kendimi, o günlere hazırlık olsun diye, hiç aklımda yokken alıveriyorum bazı şeyler. Bu bazen bir matara, termos oluyor, bazen rüzgarda sönmeyen bir çakmak, belki bir şemsiye... Şimdi de dağ ayakkabıları. Dokundum, baktım hepsine tek tek. Gördüm ki zor günlerde pek de hayrı dokunmayacak gibiler, bıraktım. Aslında bırakma sebebim sağlam olmamasından ziyade o, içimde hep varolan alıp başını gitme arzusunu erteleyecek bir sebep yaratmada pek maharetli oluşum. Belki de ödleğin, korkağın, tırsağın tekiyim ben. Bu yüzden de eksikleri tamamlayıp gitmeyi bir türlü beceremedim.

Başkalarında da oluyor mu bilmem. Hep, bir gün, bir yerlere gitme, bir daha dönmeme isteği. Bu yüzden değil mi her öğlen yollara, fırsat buldukça ormanlara, tepelere vurmam kendimi. Dağlar mı? Onlar hala çok uzakta. Kaçış dedikleri bu olsa gerek. Kendimden kaçış ama yine kendime, yaşamdan kaçış ama yine yaşamın merkezine. Geçmişten bugüne, bugünden geleceğe.

Ama henüz hazırlıklarımı tamamlamadım ki ben. Tamamlayamadım. O botları almış olsaydım belki. Hep, tamam, şunu da aldım, başka bir şey kalmadı, hazırım derken bir şeylerin eksik olduğunu farkediyor, yarınlara erteliyorum gitmeyi. Örneğin birkaç yıl önce küçük, portatif bir şövale aldımdı büyüğü yetmezmiş gibi. Kıra, bayıra, yakın yerlere giderken lazım olacaktı çünkü. Bir elimde boyalarım, diğerinde mataram, sözgelimi Kale’ye çıkacak, o eski dar sokaklarda dolaşıp, tarih kokan evler bulacaktım. Tarih anlatan yüzler bulacaktım küçük, mahalle kahvelerinde. Belki yüzünde yılların izini taşıyan bir ihtiyar görüp resmini yapacaktım. . Esmer bir gülümseme yerleştirecektim dudaklarına. Ama bu gülümseme, gözlerindeki yalnızlık duygusunu gizleyemeyecekti. Gizlemek isteseydi de gizleyemeyecekti. Simit satan çocuklar gelecekti yanıma. Bir evden diğerine gerilmiş ipe çamaşır seren bir kadın, yolda top oynayan çocuğuna seslenecek, başımı kaldırıp bakacaktım. Bana bir boşvermişlik bakışı fırlatacaktı kadın. Ben de boş verecektim. Baharatçı dükkanlarına uğrayacaktım yorulduğumda. Biraz tarçın, biraz da kekik alacaktım. Annem saçına yakar diye belki biraz da kına. Fotoğraf makinem yanımda, yapamadıklarımın resmini çekmeliyim. Dönüşte Samanpazarı’ndan geçmeliyim. Son olarak İtfaiye Meydanı’na uğrayıp eskici dükkanlarına merhaba demeliyim. Eski kıyafetlere dokunmalı, eski eşyalarda eski yaşamlar bulmalıyım. Az kullanılmış bir buzdolabı, az kullanılmış bir tuvalet masası, az kullanılmış bir elektrikli soba... Az kullanılmış anılar satılıyor orada. Benim hiç olmadığından mıdır nedir, illa ki almalıyım o anılardan. Ha! Bir de gazetelerdeki satılık ilanlarına göz atmalı gitmeden önce. Sahibinden satılık ilanlarına. İkinci el, kelepir… Eksikleri tamamlayacak ne var ne yoksa almalı. Gitmek vakti geldiğinde, her şey tastamam olmalı.

Gitmeli buralardan... Kimsenin hatırımı sormasına, selam vermesine tahammülümün kalmadığı vakit, gitmeli! Kimsenin, benim bile adını bilmediğim bir yerlere, çok uzaklara gitmeli.

Bilinmeyene giden bu yolculuktan geriye hiç bir şey kalmasın isteriz ya hani? Hani bir akşamüstü geri dönmemek üzere, aşinalara bile haber vermeden terkederken bir şehri, yüzümüzü trenin-otobüsün camına dayayıp, keşke şimdi sevdiğim biri gelse de “Ne olur, gitme!” dese, bavulu kaptığı gibi indirse, vazgeçsek gitmekten diye geçiririz ya aklımızdan hani... Acaba diyorum, bu alıp başını gitme isteği hep durdurulmak için mi? Ne olur, gitme denilmek için mi? Bu arada merak ederiz, acaba gittiğimi farkeder mi, farkettiğinde üzülür mü, buruk bir veda ile gülümser mi, yoksa günlük uğraşlarına kaldığı yerden devam mı eder?..

Gitmek isteriz istemesine de… Ne gelip dur diyen olur bize, ne de gitme. Ne otobüsü durduran olur ne bavulumuzu indiren. Orada, öylece kalakalırız. Aslında ne otobüse binebiliriz bu yüzden, ne de buğulu bir cama yaslarız başımızı sevgili niyetine. Sevdiklerimiz gelir aklımıza; annemiz, babamız, çocuklarımız, sevenlerimiz gelir aklımıza; dostlarımız, arkadaşlarımız, balkon çiçekleri… Gidemeyiz... Orada, öylece kalakalırız...”

Hayatta nereden nereye geldiğimin muhasebesini yaparken bu kısa karalamayı buldum eski notlar arasında. Tarihine bakıyorum, neredeyse 10 yıla yaklaşmış. Ne tuhaf! Gitmiş olsaydım bu yazıyı da bırakmış olacaktım geride.

Galiba bir yere bağlanamayanlara, tutunamayanlara, tutunsa bile kökleri zayıf olanlara özgü bir istek bu. Belki de hiç mutlu olmamışlara mahsus… Değilse niçin terk-i diyar eylesin ki insan.

Evet insan…

İnsan, yaşamında ait olduğu bir yer olsun istiyor. O yer kimileri için bir mekan kimileri içinse bir yürek oluyor aşinasından. Seninle aynı dili konuşan, halden anlayan, seni tamamlayan, seninse onu tamamlayacağın bir yürek. Sana güvende olduğunu hissettirecek, ürkekliğini giderecek, senden aldığı güçle seni güçlü kılacak ama senden çok daha güçlü bir yürek. O kişiyi ararken de yıllar hızla akıp geçiyor ama yine bu yıllar, yalnızca ileri teknoloji gerektiren cep telefonlarını, bilgisayarları, gökte uçan nesneleri etkiliyor. İçinizdeki ait olduğunuz yeri/kişiyi bulma arzusu ise hiç değişmiyor. Dağlar çağırıyor durmadan, gel diye…

Fazladan aldığım şövaleyi yeğenime verdim, ayakkabıları ihtiyacı olanlara dağıttım. Çakmağımın gazı bitince yahut kaybedince yenisini alıyorum. Anlayacağınız yedekleme yapmıyorum, hiçbirine ihtiyacım kalmadı artık. Çünkü ben aradığım, gitmek istediğim yere, ait olduğum yere, yüreğe çoktan vardım.

Şimdi ne mi yapıyorum? Yıllar sonra pencereden dağlara bakıyorum, dumana bürünmüşler. O’nun tutkusundan olsa gerek diyerek, gülümsüyorum. Böylece sesleneceği varsa da susuyor dağlar. Şuradan şuraya gitmeyeceğimi gayet iyi biliyorlar.

Evet, O’nun tutkusu… Ait olduğumun, sahibimin, sevdiğimin, güvendiğimin, yanındayken bir ömür içime akıttığım gözyaşlarımı akıtıverdiğim, sonra da az önce ağlayan ben değilmişim gibi gülümseyiverdiğimin yanındayım çünkü. O beni anlıyor, duyuyor, zayıf yanlarımı güçlü kılmak için çabalıyor, bana değer veriyor. Değerime değer katıyor farkındayım. Sabrediyor, öngörüyor, aydınlatıyor. Bazen de bir cerrah kadar soğukkanlı davranıp yaralarımı dağlıyor. Dağlıyor, çünkü bana geçmişten miras kalan izleri silmek istiyor. Bana ait olduğu halde benim bile farkedemediğim izleri… Bunu bilerek yapıyor, biliyorum. Dağlıyor ki iyileşebileyim, dağlıyor ki konuşabileyim, gülebileyim. İçine düştüğüm suskunluktan kurtulup O’na ömrümü verebileyim. Evet, o bunu hakkediyor.

O kim mi? Tabii ki benim Efendim. Ben artık ait olduğum yerdeyim.

Bir itaatkar olarak yapmam gerekenleri az çok biliyorum. Yanlışlarım da oluyor tabii. Efendim, iradesini ruhum ve bedenim üzerinde kullanırken gereken emirleri veriyor. Bu emirlerin bazısı oldukça kolay, bazısı da can yakıcı olabiliyor. O’nun genel olarak emretmeyi sevmediğini de biliyorum. Efendim bakıyor, gözlerinden anlıyorum. Hoşnutluğunu da her defasında aferin diyerek göstermiyor. Gözleri ışıldayınca, ne kadar mutlu olduğunu görüyor, çocuklar gibi seviniyorum. Fakat benim O’nda, asıl dikkatimi çeken şey, sözcüklere gereksinim duymadan bana ilham veriyor oluşu. Efendim şunu şöyle yap diye hazır bir reçete sunmuyor bana hiçbir zaman. Tatlı dille ya da sessizce, önüme zorlayıcı hedefler koyuyor ve ben bu hedefe doğru, güvenli yahut güvensiz adımlarla yürüyorum. Bazen de düşüyorum, canım acıyor. Şikayet mi ediyorum?Asla! Sadece zaman zaman, bu zorlamanın temelinde yatan sebebi kavrayamadığımdan , O’nun beni anlamadığı, duymadığı zannına kapılıp bunu dile getirme cüretini gösteriyorum. Bu bile O’nun ne kadar hoşgörülü, sabırlı olduğunun göstergesi aslında. Fiziki bir düşmeden bahsetmiyorum elbette. Bazen demirden bir pençenin içinde hissediyorum kendimi. Nefes alamıyorum, öleceğim sanıyorum. Benim anlamakta oldukça inatçı olan aklım oyunlar oynamaya başlıyor o zaman. Acaba, diyorum bu sınavdan geçersiz not mu alacağım. Elim ayağıma dolaşıyor, paniğe kapılıyorum. Ya O’nu kaybedersem! Kendime güvensizliğimin göstergesi bu, biliyorum. Öte yandan bu korkuyu hissetmesem, bıçak sırtında yürüdüğümü düşünmesem daha büyük hatalara düşeceğimin de farkındayım.. Yoksa ben, aklımla değil de duygularımla mı hareket ediyorum. İkisi birbirinden ayrı düşünülebilir mi peki? Elbette hayır. Öyle ya da böyle, Efendimin benim için çizdiği yolda bir sağa bir sola yalpalayarak yürüyorum işte.

Henüz çok yeni, çok içime dokunan bir hassasiyetini, duyarlılığını ve engin anlayışını farkettim Efendimin. O beni asla ve asla yere itmiyor, düşürmüyor. Sırf kendi egosunu tatmin etmek için, akıl oyunları kılığına girmiş düşüncelerle beni hataya sevketmiyor. O, sadece beni, düştüğüm yerden kaldırmak istiyor. Bana elini uzatıyor, tutuyorum. Ben O’nun elini tutuyorum, O da benim ruhumu.

Güvenle, inançla, sadakatle sunduğum ruhumu alıp ışığa tutuyor Efendim. Kendi ışığına. Ruhumsa bir aynadan farksız adeta. O’ndan aldığım ışığı yine O’na yansıtıyorum.

Efendim Thunder’a sonsuz saygımla…

Falarina

 
Gönderildi : 3 Ekim 2013 03:10
(@malibo-thunder)
Gönderiler: 412
BDSM Ruhlu
 

Eline Yüreğine Sağlık Kızım.

Seytanla beni ayiran tek fark,O hiç bir insani sevmez, Bense insan olmayi taklit edenleri....

"Pain is life, the sharper, the more evidence of life." - Charles Lamb

"The eye of the master will do more work than both his hands." - Benjamin Franklin

"You know what charm is: a way of getting the answer yes without having asked a clear question." - Albert Camus, "The Fall"

 
Gönderildi : 3 Ekim 2013 16:59
(@falarina)
Gönderiler: 291
BDSM Ruhlu
Konu başlatıcı
 

Çok teşekkür ederim Efendim. Elim yazıyorsa ve yüreğim çarpıyorsa sayenizde.

Sonsuz saygı ve sevgilerimle Efendim...

 
Gönderildi : 3 Ekim 2013 17:53
 ace
(@ace)
Gönderiler: 55
Kanıyla Üye
 

Bir efendiye duyulan saygı ve tutku bu kadar güzel mi anlatılır. Gerçek köle olabilmenin hazzı, buraya kadarmış, varmışım (var imişim ve nihayet ulaşmışım) hissi bu kadar böyle mi ince aktarılır? Bir tür kıskançlik uyandırdınız içimde, ama kardeşce. Ben de içimin en derininde bu yere ulaşmak için çabalıyorum. Şimdilik tek basıma öğrenerek. Yazsam bile, hep hayallerde kalarak. Biraz acemi..
Elinize sağlık.

 
Gönderildi : 25 Nisan 2015 22:50
(@efendibatuhan)
Gönderiler: 27
Canıyla Üye
 

Kıskanılacak güzellikte bir ilişki olduğu konusunda ace ile hemfikirim.Ayrıca ace'nin kıskanmasını da çok beğendim.Bu forumda böyle bdsm sevgisiyle dolu insanların olduğunu görmek çok hoş.Umarım birgün tanışırız..

insanlar tadına vardıkları hazlardan aslında pişmanlık duymaları gerektiğini düşünerek. Aynı anda hem günah içinde erdemli, hem de erdem içinde günahkar olurlar. / Marquis de Sade

 
Gönderildi : 29 Ekim 2016 02:38
Paylaş:
BDSM Türkiye

Merhaba

Hoşgeldin

Forumun Yeni Düzenine

Tüm Forumu

AÇMAK İÇİN GİRİŞ YAP

VEYA

ÜCRETSİZ KAYIT OL