Derin bir nefes çekiyorum. Her şeyi mahvetmiştim. Sabırsızdım ve bu her zaman bir şeylerin bitiş sebebi olup çıkıyordu karşıma. Onu da kaybettim diye biraz olsun üzüldüm. Onu düşündüm bir an hak verdim. Tercihleri sapkınlık olarak görülen bir kadının isteklerin sadece üzmemek adına yapmış kibar bir erkekti. Yanımdan bu denli çabuk uzaklaştırmak ise benim gafletim oldu. Her son yapışımda hatamı bir daha olmayacak diyorum. Ama bunu beceremiyorum demek ki…
Sarıldım yastığıma daha da çok. İşte o anda bir kaltak gibi hissettim kendimi. Bunun yapılmasını ben istedim hem de. Ben izin verdim. Sinirimden ağlıyordum. Gözümden sessizce akıttım günahımı. Çıldırmış gibi bağırmaya başladım. Yastığa vurmaya başladım. Gülmeyle ağlama karışmış haldeydim.
-“Canım ne oldu.”sesiyle durdum. Sese yöneldim. Kapı açıktı ve o bana bakıyordu.
-“Nerdeydin sen?!!”
-“Sana çiçek almak için çıkmıştım. Ama ne bu halin ne oldu?”
-“Seni göremeyince korktum. Bir daha bırakma. Bırakma!!”
-“Canım.”diyerek geldi ve sarıldı bana. Ben sakinleşene kadar da sımsıkı sarıldı.
Duşa girdim ardından ve kendime çekidüzen verdim. Ben giyinir giyinmez de lobiye indik. Ben telefonumu açarken o hesabı kapatıyordu. İstinye’de geniş koltukları olan ve üzerlerinde renkli küçük yastıklarla süslü deniz manzaralı bir yerde kahvaltı yaptık. Balo için elbise almam lazımdı birlikte bakmayı teklif ettim. Genel hatlarıyla siyah ve sade bir elbise düşünüyordum. Öyle de oldu. İlk girdiğimiz mağazada gördüğüm ilk kıyafeti aldım. Biraz durgundum. Bunu o da söyledi. Sanırım hastalanacağım diyip geçiştirdim. Ama sabah gerçekleşen ve şahit olduğu o manzaradan sonra bir şeylerin eskisi gibi gitmediğini anlamıştı. Beni üzmek istemediği için konuyu açmadığını düşündüm. Ben de sorun yokmuş gibi yapmaya zorladım kendimi. Eve geldiğimizde kahve içmeyi teklif ettim. Biraz dinlenmemin daha iyi olacağını söyleyerek erteledi davetimi. Küçük bir öpücükle veda edip ayrıldım yanından..
Merdivenleri çıkarken buldum kendimi. Anahtarımı ne zaman çıkartmıştım. Bunca hatayı nasıl üst üste yapmıştım. Bir daha yapmayacağıma söz verdiğim ne varsa önce kendimi ezip geçerek bir daha yapan biriyim ben. Salak demeye dilim varmıyor. Ölümlü dünya diyip saçmalamakta yakışmaz bana. Eskiden bir adama aşık olup onunla yaşlanmak, kendi evimin penceresinin önüne koyacağım iki kişilik bir sabah kahvaltısında ona ilk günkü aşkımla bakmaktı hayalim. Onun elde ettim de mi bu sapkınlığım? Durdurulamazlığım? Tanrı’m yalvarıyorum sana ıslah et beni. Dur de!! Bodoslama daldım. Çıkamıyorum. Artık çırpınmıyorum bile. Merhametine sığındım. Soyundum ruhumla kaldım suyun altında. Kutsa beni arındır ruhumu. Üstümde beyaz bir sır kalsın. Tenime işleyip beni saklasın. Nur saçsın bedenim. İlk günkünde de günahsız olayım. Elinde değneğiyle çobanının güttüğü bir koyun olmaktan başka çarem yok. Artık ne gelirse senden diyorum. Olacak her şey artık kabulüm bunu fark ediyorum saçlarımı tararken. Gülmediğimdeki o soğuk yüzüme bakıyorum. Gözlerimin altı mor. Şimdi bu halkalar ben moru seviyorum diye mi var? Yoksa her sevdiğim şeyin verdiği zarar gibi mi var? İyiyi kötüyü ayırt edemiyorsun farkındasın değil mi? Ne haldesin bak kendine!! Silkin artık, dur!
Kapı çalıyor. Bornoza sarılıyorum. Kim diye bakıyorum. Apartman görevlisi kendisini tanıtıyor. Bana bir mektup geldiğini ama kuryenin vermediğini, bana verilmek üzere bir bilgi kağıdı bıraktıklarını söylüyor. Alıyorum kağıdı. Arıyorum üzerideki numarayı. İsim verilemeden açılıyor. Israrla kimin yolladığını soruyorum söylenmiyor. Gizli kalmasını istemiş kişi. Bunun yasal olmadığını güvenemeyeceğimi söyleyip kendim teslim almak istediğimi söylüyorum. Epey bir ağız dalaşı sonunda kazanan ben oluyorum. Apar topar giyiniyorum ve çıkıyorum yola. Aklımda onlarca soru. Çantamda digital bir makine ve bayıltıcı sprey. Nereye gittiğimi bilmiyorum değil mi sonuçta. Kendimi tanıtıp verilen kağıdı uzatıyorum. Yetkilisine danışacağını söylüyor içeri gidiyor çalışan. Bilgisayarın ekranı açık ama ben göremiyorum. Fotograf makinasını açıp tersten ekranı çekiyorum, aceleyle çantama atıyorum. Adam geliyor bir süre sonra. Ben bir şey yapmamış gibi bir koltukta onu bekliyormuş gibi duruyorum. Üzerinde kişiye özel yazısıyla bir sarı zarf. Alıp ayrılıyorum. Taksiye biniyorum. Hem meraklıyım içinde ne var diye hem de korkuyorum. Eve kadar bekliyorum.
Bir kahve hazırlıyorum en sertinden. Yatağın üstündeyim. Bağdaş kurdum karşımda zarf. Bir nefes alıp uzanıyorum. Açıyorum. İçinden siyah üzerinde mumla damgalanmış bir zarf çıkıyor. Sembol tanıdık. Biraz olsun rahatlayıp açıyorum zarfı. Kimden geldiğini biliyorum nasıl olsa.. O’ndan gelmiş bana!
“Benim değerini bilmeyen ufaklığım!
Hayat ne değersin anlamsız değil mi? Anladın mı artık bunu. Nesin ne değilsin gördün mü?
Her şeyi yapıp küçük aklınca ödeştin mi? Bunları yaparken bana mı kendine mi yaptın?
Kendinle köleliğini ayırabildin mi?
Kendini ararken kayboldun mu koridorlarımda?
Canın acıdı, tenin sızladı mı?
Sana ne desem sen osun!!
Ne fazlası, ne azısın… Sadece benim gördüğüm kadarsın.. Ne eksisin ne artı.
Değerin neyse ederin o!! Bir gram fazlası değil…
Şimdi parmaklarımı şaklatmamı bekle..
Efendin…”
Bittiğinde ellerim ve ayaklarım yarıya kadar kanı çekilmişti. Bir daha görmeyeceğim bir yere kaldırdım. Hiç okumamış farz ettim. Yüzümü yıkadım ve o mektubu unuttum. Odayı havalandırdım. Uzun süre ışıksız ortamda kalmamaya çalıştım. Gece saat 3 gibi yattım. Sabah erkenden kalktım. Mesaj geldi telefonuma. Okudum. Sevgilimden.. Beni arabayla almaya geleceğini ve kahvaltı etmememi yazmış. Dediklerini yaptım. Hazırlanıp onu bekledim. Korna sesiyle merdivenleri inmeye başladım. Hiçbir şey olmamış gibi davranmak olanları hiçleştirmiş gibiydi. Aklımda tek bir soru yokmuş gibi rahattım. O evdeki depresif halimden eser yoktu. Derin bir öpüşme. Gözlerinin içine bakıp, özlem dile getirme. Her şey mükemmeldi.
Bugün pazartesi oldukça yoğun olurum diye düşünüyordum, bunu belirtmek istedim aklıma geldiğinde. Tahmin ettiğini, sorun olmayacağını söyledi. Ayak üstü güzel bir kahvaltı yaptık. Mükemmel bir kahve içtik üstüne. Kendime geldim o anda. Kılı kılına ofise yetiştim. İşyerinde hemen hemen ruh gibiydim artık. Çok fazla işle ilgilenmiyordum. Arkadaşlarımdan da oldukça uzaklaşmıştım. Bundan rahatsız mıydım? Hayır değildim. Beni anlamayan kişilerle olmaktan ben de haz almıyordum. Birkaç kişi baloda ne yapacağımı sordular, yuvarlak sözlerle geçiştirdim.
O güne kadar her akşam buluştuk sevgilimle. Bazen benim evimde bazen bir otel odasında. O günde yaşananlar istenmeden ve talep edilmeden yaşanan birliktelikler oldu. Gözlerini kapatıp, kendisine sunulan hazzın sonuna kadar tadını çıkartan kadın müsveddesi olmaktan öteye gitmedim. Son şansımmış gibi sunulan bu adama adamak ve eskiden olanları unutmak istedim, istiyorum da.. çok istiyorum… unuttur bana olanları ne olur? Ne çaresizim haberin yok. Ne kadar cevapsızım ruhun bilmiyor. Bilse yanımda kaç dakika tutar bana duyulanlar bilemiyorum bunu. İşte bu sebeptendir ki; ne anlam verirsen bana temiz ve durgun hayatında buna razıyım…
Yoğun bir döneme giriyoruz ikimizde. Balo gününe kadar buluşmalar, ayrılmalar, toplantı üzerine toplantı… eskisi kadar başarı gösteremesem de atlatıyorum hatta savuşturuyorum işleri başımdan. Mailler atıyor bana.. varolduğunu anımsatıyor kibar adam. Ben seni, senin beni kabullendiğin gibi kabullenemedim ama bunu sana söyleyemiyorum. Sadece yaptıklarının karşılıklarını veriyorum. Farkındasın ama susuyorsun. Yine kibarlığından, anlayışından. Beni bitiren de bu.. ikimizde biliyoruz değil mi? seninle susmayı öğreniyorum şimdi…
O gün geliyor. İşleri öğleden sonra bitecek şekilde planlıyorum. Akşam 9 a kadar yetişmenin telaşı alıyor beni. Bu ilk resmi toplantımız sonuçta. Yanında güzel görünmek istiyorum sebepsizce. Acaba ona mı? karşılaşırsak ümidiyle bir başkasına mı? cevabını verebilecek kadar cesur değilim…
Eve gelip banyo yapıyorum. Çıkar çıkmaz parfümümün vücut losyonunu sürüyorum. Belirli bir bölge bana ait olsun istiyorum her hareketimde. Elbisemi giyiyorum. Klasik bir ayakkabı ve küçük bir el çantası. İnci takılarımı kullanmayı tercih ediyorum. Kuaför randevuma yetişmem lazım bunu fark ediyorum. Makyaj çantamı kapıp çağırdığım taksiye biniyorum. Genelde bindiğim şoföre denk geliyorum. Gidene kadar dünyayı kurtaracak sohbetlerden yapıyoruz. Gülümseyerek iniyorum.
Hemen oturuyorum koltuğa ve kendimi kuaförüme teslim ediyorum. Ona bırakıyorum nasıl olacağımı. Lüle lüle saçlar ve varla yok arası natürel bir makyajla sevgilimin beni almasını bekliyorum. Arabadan inerek karşılıyor beni.
-“Mükemmel görünüyorsun. Gerçekten.”
-“Teşekkür ederim.”diyorum.
Başlama saatinin yaklaştığını görüyoruz. Düşündüğümüz içki içme işini erteliyoruz başka bir gün mutlaka yapmak üzere. Ulaşıyoruz. Vale arabamızı teslim alıyor. Davetiyelerimizi teslim ederek ana salona geçiyoruz. Etrafın düzenini bozmayacak şekilde aralara serpiştirilmiş hastane reklamları, doktor sözleri gözüme çarpıyor. Birkaç arkadaşıyla özellikle tanıştırıyor. Kendisi gibi olan kişiler çoğu da. Yavaş konuşan, konuşurken sözünü kesmeye kıyamayacağın kişiler. Buraya ait miyim diyorum bir an. Sanırım anlıyor ki; izin isteyip uzaklaşıyoruz. Ofisten birkaç dedikoducu bizi görüyor. Artık yarın olabilecekleri az çok tahmin ediyorum. Olan oldu diyerek daha rahat davranıyorum. Açılış konuşmasının başlayacağı anons ediliyor. Herkes masasına oturmak için hareketleniyor. Gün içinde birçok kez telefonda konuştuğum ya da birebir muhatap olduğum hekimlerle masada olmak, onların başlarıyla selam vermesini garipsiyorum. Elimi tutuyor bir an.
-“Rahat ol. İlk günde demiştim sana alışacaklar.”diyor.
Başımla onaylıyorum ve gizli bir nefes alıyorum. Gülümseyişiyle karşılaşıyorum. Ben de gülümsüyorum. Konuşmacı üstüne konuşmacı. Yaklaşık bir saat böyle devam ediyor. Açılış dansı yapılıyor tango sanatçıları eşliğinde. Elimden tutuyor kaldırıyor. Kırmıyorum. Hatırladığım kadarıyla eşlik ediyorum. Yarım kalan kurstan ve devam etmek isteğimden bahsediyorum. Olur gideriz diyor. Oturuyoruz masamıza. Bir süre sonra yemek servisi başlıyor. İzin isteyip lavaboya gideceğimi fısıldıyorum kulağına. Eşlik etmek istiyor. Önemli değil ben giderim, lütfen sohbetine devam et diyorum. Kalkıyorum, masaları birer birer geçiyorum. Kapıdaki görevliye soruyorum nereye gitmem gerektiğini.
Bir havlu ile yüzümdeki detayları düzeltiyorum. Etkisini yitiren rujumu tazeliyorum. Havaya sıktığım parfümümün altına usulca dalıyorum. Bir alkış sesi duyuyorum. İçeriden geldiğini düşünüyorum.
-“Bravo. İşini biliyorsun.”sesiyle benim için olduğunu anlıyorum.
Bakışlarım onunkilerle çarpışıyor. Bir anda gerçekleşen ağır hasarlı bir trafik kazası gibi. Ne olduğunun farkında olmak için yarayı görüp canınızın artık acıması gerektiğini düşünürsünüz. O zaman bir acı bütün beni hırpalar. Ben de o anda aynaya bakıyorum. Çizgi filmlerdeki küçük kızların gözlerindeki o ağlama titreyişini ben gerçekte yapabildiğimi keşfediyorum. Dudaklarım aşağıya sarkık ve kasılmış. O anda bana sorulan hiçbir soruya cevap veremeyecek kadar da mühürlüler. Adımlarının sesi taşlarda yankılanıyor. Ellerim mermere yapışmış bekliyorum. Ne olacağını bilmeden.
Arkamda. Bedeni sadece yarım adım ötemde. Biliyorum. Görüyorum. Kapıdan birisi girecek görecek diye delirmek üzereyim. Ellerini omuzlarıma yerleştiriyor. İstemsiz bir gerilme ve silkinme. Bu denli cesareti kısa sürede topladığım için hafif yollu bir laf sokmasıyla cevaplanıyor bu davranışım. Susuyorum. Bir an önce gitsin diye. Sürekli bir şeyler diyor dudakları, yarısını anlıyorum yarısı çınlayan kulağımda kayboluyor. Stresin son haddinde. Olacaklardan, olmasını istemediklerimden korkuyorum. Başım dönmeye başlıyor. En son gördüğüm kare beni tutmak için müdahalesiydi. Uyandığımda. Küçücük bir yerde onun kucağındaydım.
-“İyi misin?”
-“Evet.”
-“Neredeyiz?”
-“Aynı yerdeyiz. Ama bir kabindeyiz”
-“Ne kadar zaman oldu. On beş dakika kadar.” Süreyi duyar duymaz kalkmak için öne eğiliyorum. Dizginliyor beni.
-“Gitmek zorunda değilsin.”
-“Zorundayım. Ayrıca bunu istiyorum.”diyorum ve kabini terk ediyorum.
İstiyorum ki bir an önce koridora çıkayım. Önce aynaya bakıyorum. Fena görünmüyorum. Son kez gözlerine bakıyorum aynada ve yürüyorum. Arkamdan baktığına eminim, dik durmaya çalışıyorum. Salona giriyorum. Geciktiğim için özür dileyip, bütün suçu karşılaşmadığım geveze bir arkadaşıma atıyorum. Ne kadar inandığını bilmeyerek içkiye uzanıyorum. Çaktırmadan içebildiğimce çok içiyorum.
Gece saat 2 gibi balo bitiyor. O günün anısına girişte verilen yaka iğnesini çantama koyuyorum. Çok içtik bir otelde kalalım. Tatiliz nasıl olsa diyip kendimizi her zaman gittiğimiz yere atıyoruz. Yolda çorabımın kaçtığını görüyor. Çıkartıyorum giderken. Kaçık olmasından ise olmaması daha iyi diyorum. Artık bizi tanıyan valeye kendisinin park edeceğini söylüyor. Park ediyoruz aracımızı. Yarı uyuşmuş dudaklarıma dokunuyor parmaklarıyla. Dokunma öp diyorum fısıldayıp. Dediğimi yapıyor. Bu gecenin ilk sevişmesi o anda yaşanıyor. Onun o küçük fahişesi olmak benim için basit bir şey bunu o da biliyor. Kapımı açıyor ve asansöre götürüyor beni. Odamızın anahtarını almak için kayıt yaptırırken ben çoktan kata çıkıp verilen ikinci anahtarla kapıyı açıyorum. Çantamı ayakkabımı oracıkta çıkartıyorum. Saçımı banyo kitinden çıkan bantla tepeme topluyorum. Suyu açıp küveti dolduruyorum. İçine mis gibi banyo köpüğünü boşaltıyorum. Suyun şiddetiyle köpükler beliriyor. O sırada kapı açılıyor. Banyodan sesleniyorum.. soyunup yanıma geliyor. Ben suyun içindeyim. Sızan vücudum pelte gibi. Ellerime masaj yapıyor usulca. Ayaklarıma uzanıyor elleri. Suyun içinden çıkarıp kendisine çekiyor. Baş parmakları ayak tabanımın ortasında bastırarak nokta nokta kasılmama neden oluyor. Bazen huylanıyorum dokunuşlarından. Çekmeye çabalıyorum ama tutuyor. Artık alışıyorum. Bir aşağı bir yukarı giden parmaklara. Buna da yap dercesine diğerini kendi isteğimle sunuyorum. Öyle rahatlamış durumdayım ki; başıma ne gelse tepki veremeyecek kadar kendimden geçmiş durumdayım. Elini tekrar suya daldırıyor. Suyun çekildiğini hissediyorum. Üşümeye başlıyorum. Göğüslerim semsert kesiliyor.. suyu açıyor. Sıcacık. Üzerime sıcak bir yaz yağmuru yağıyor. Bundan güzel bir şey olabilir miydi? Üzerimde kalan köpüklerde artık bedenimi tek ediyor. Bir ben kalıyorum bana. Suyu kapatıp havluya sarıyor sarım yamalak beni. Yatağa geçiyorum. Yüzükoyun yatıyorum. Elini karnımın altına sokup çekip alıyor havluyu. Korkma diyor ve losyonu üzerime boşaltıyor. Bütün elleri kremi yaymak için üzerimde. Yönlerini karıştırdığım bir tempoda beni benden geçirmekle meşgul. İpini koparmış bir sandal gibi usul denizde dalga dalga sahilden uzaklaşıyorum.
O benle bu kadar iç içeyken ben onun kollarında uyandığım anı düşünüyorum. Hangi yanım daha kahpe ruhum mu ? bedenim mi? onun isem burada işim ne? Ne yapıyor bu adam bana? Eğer elleri yabancım değil ise bu adamın o adamın gözleri neden hala aklımda? O bana ne yaptı? Neden ben onu görmeden de onun gibiyim? Kurumaya yüz tutan suların içinde ölümüne randevu vermiş zamanının dolmasını bekleyen süs balıkları gibiyim. Bunun farkındayım ve değiştirmek için bir şey yapmıyorum. Sürüngen ruhumu her gün çarşaf gibi ona sunuyorum. Her sabah temiz kalkıyorum. Bunun için kahroluyorum artık. Al beni kirlet. Buna alışkınım ben. Yaz! Çiz! Boz beni! Şekilden şekle sok! sonra da fırlat beni adresi belli olmayan zamanlara. Onun bana yaptığını yap. O, ol bana. Biliyorum haksızlık bu sana. Ama O, ol bana.
Ben şimdi buradayım ya. Sana hiç ait olamayan ben. Bütün gerçeklerini bildiğin ama sustuğun ben. Adımı söyle bana neyim ben? Var mı bir adım? Bittim mi? bitmeye ramak mı kaldı? Duyur sesini.. küçük bir masalda önemsiz bir rol ver. Sonra onu da elimden. Kusulacak her kini kabul ederek uzandım yatağına. Şimdi bana şeklimi ver. Ne yapmak istiyorsan onu yap.. Hazırım..
Şimdi gözlerim loş ışıkla aydınlanmış otelin tavanında. Aklımda birisi var ama hangisi bilmiyorum. Kollarımda bir adam. O adam içime dalmış beni arıyor. Derinlere gidince bulacağını sanıyor ama yanılıyor. Ben tepkisiz bazen de tepkili hallerdeyim. Ben şimdi o “Seni seviyorum” diyen adama gözümden süzülen bir damla yaşla cevap veriyorum:
-“Ben de seni..”
Fazla mütevazilik "hiçliktir."
Yeteneğine sağlık..Okunası dizeler..
"Tanrı’m yalvarıyorum sana ıslah et beni. Dur de!! Bodoslama daldım. Çıkamıyorum. Artık çırpınmıyorum bile. Merhametine sığındım. Soyundum ruhumla kaldım suyun altında. Kutsa beni arındır ruhumu. Üstümde beyaz bir sır kalsın. Tenime işleyip beni saklasın. Nur saçsın bedenim. İlk günkünde de günahsız olayım. Elinde değneğiyle çobanının güttüğü bir koyun olmaktan başka çarem yok. Artık ne gelirse senden diyorum."
Arayı uzattın ama mephistophelique Devamını bekliyoruz 4 gözle
I must not fear
Fear is the mind killer
Fear is the little-death that brings obliteration
I will face my fear
I will permit it to pass over me and through me
And when it has gone past
I will turn the inner eye to see it's path
Where the fear has gone there will be nothing
ONLY I WILL REMAIN
http://img411.imageshack.us/img411/7394/c413863fef454f219c2cfb5ms8.jpg
aaaaa!!!!! Ama iyice merak ettirdin şimdi sen.. olmadı ki böyle
I must not fear
Fear is the mind killer
Fear is the little-death that brings obliteration
I will face my fear
I will permit it to pass over me and through me
And when it has gone past
I will turn the inner eye to see it's path
Where the fear has gone there will be nothing
ONLY I WILL REMAIN
http://img411.imageshack.us/img411/7394/c413863fef454f219c2cfb5ms8.jpg
6 gün sonra…
Kibar adamın çekici sevgilisi olarak hayatıma devam ettim. Çok şikayetçi değilim ama tatmin olamayan isteklerim beni zaman zaman tetikliyor. Kendimi boş bırakmamaya çabalıyorum. Bazen yatağa yatıp düşünüyorum bugün hangi halimi sergiledim diye. Hasta olduğumu, tedaviye ihtiyacım olduğunu düşünüyorum. Sonra aslında istediğim gibi yaşayabildiğim için normal buluyorum kendimi. Hatta diğerleri için üzüldüğümü bile hissettiğim oluyor. Bir beceriksiz halim var evet kabul ediyorum. Bunu ne zaman düzeltirim bilemiyorum. Sonra durup düşünüyorum ki; kendimle ilgili bilemediğim ne çok şeyim var. Yarın? Mesela yarın ne olacağım? Kendim mi? Onun güzel sevgilisi mi? Asi bir köle mi? İki yıldızlı bir otelin daimi müşterisi mi? Hangisi bana daha yakışıyor? Hangisinden vazgeçemem sorsalar?
Saate bakıyorum. Çıkış saati gelmiş. Telefonum çalıyor. Asistan arıyor.
-“Doktor Bey’in operasyonu devam ediyor. Haber vermemizi istedi.”
Masamı toparlıyorum. Çantamı alıyorum, elimde şalım fırlıyorum ofisten. Bir araba çeviriyorum. Başım çatlarcasına ağrıyor. Müziği kapatmasını istiyorum şoförden. Yolda giderken çiçekçilerin önünden geçiyoruz. Apar topar durduruyorum aracı. Bir demet sarı lale. Çocuğum gibi kucağımda. Yola böyle devam ediyoruz. Kapı önünde birkaç fatura ve banka gönderisi. Evin içindeki hava basıyor beni. Açıyorum ne kadar pencere varsa. Yemek yapacak halim yok. Pizza sipariş ediyorum. Yanında beyaz şarap. Daha ne olsun diyorum içimden. Alışkanlığım olmasa bir sigara yakıyorum, ağrıma iyi gelir ümidiyle. Üzerimi değiştiriyorum bu arada. Pijama ve babişko terliklerim. Bir nefes daha çekiyorum bitmeye yüz tutan sigaramdan. Kapı çalıyor. Zile basıp odama gidiyorum. Üzerime sabahlığımı alıp cüzdanımla geliyorum kapı önüne. Geleni gideni göremiyorum. Sesleniyorum kim o diye cevap alamıyorum. Yavaşça açıyorum kapıyı. Başımı çıkarıyorum usulca.
-“pizzanız hazır hanımefendi.”diyor biri.
Küçük bir çığlık atıyorum. Sanırım çok sarsılmış görünüyorum ki; korkma gel buraya diyip sarılıyor. Ben de sipariş verdiğimi, onu beklediğimi söylüyorum başım göğsünde.
İçeri geçiyoruz. Kapıda pizzacıyla karşılaştığını, adımı görünce kendisinin teslim aldığını söylüyor. Operasyon uzadığı için gelemediğini tekrarlıyor. Masadaki çiçekleri görüyor. Henüz suya koymamıştım onları. Alıp vazoya yerleştiriyor. Suyunu koyuyor. Bir de aspirin ekliyor. Daha uzun yaşıyorlarmış öyle. Sonra durup bana bakıyor. Gülmeye başlıyor. Hatta kahkaha demeliyim.
-“Bu ne hal böyle. Dağılmışsın.”
-“Geleceğinden haberim yoktu. Ondan böyleyim.”diyip gülümsüyorum. Elim başımda saçımı karıştırıyorum. Daha da gülüyor o halime.
-“Bu arada gelirken haber vermediğim için üzgünüm. Beklendiğimi düşünmüştüm ama bunu düşünürken haber vermem gerektiğini düşünememişim.”
Utanıyorum ben ne dedim diye: -“Canım onu demek istemedim ama beni de böyle gör istemedim..”
-“Her halin benim olsa olmaz mı? Ben her halini bilsem. Her haline dokunsam.”
-“…”
-“Nasıl istendiğini bilsen böyle susmazsın. Bir cevap verirsin.”
-“Vermiştim.”
-“O günden sonra hiç vermediğini biliyor musun? Farkında mısın?”
-“Evet öyle her dakika dile getirmiyorum. Bunda haklısın. Ama ben böyleyim. Diyemem her hissettiğimi. Sana yazarım onlarca sayfa ama iki kelimeyi diyemem kolayca.”
-“Hissedersen dersin.”diyor ve konuyu kapatıyor.
Yemek yiyelim diyorum. Şarabı, kadehleri alıp salona geliyorum. O koltukta oturmuş gelmemi bekliyor. Diz çöküyorum yanına. Ben pizzayı açarken o şarabı servis ediyor. Az önce yaptığımı affettirmek için şımarık bir kedi gibi davranıyorum. Elimde bir dilim pizza, diğer elim dizinde.. Sen buradasın ve ben senin farkındayım dercesine dokunuyorum ona. İkinci kadeh için elimle işaret ediyorum. Uzanmak için hamle yapıyor.
-“Ama önce öp beni.”diyorum. Hemen öpüyor. Kadehimi hazırlıyor. İçimi ısıtan bir sıcaklığı var onun. Ama acı çekiyorum, vicdan azabı oluyor onun güzel bakışı. Beni güzel görüşü.
Yemek bitiyor, içmeye devam ediyoruz. Bak sana ne göstereceğim diyerek kalkıyorum, notebooku getiriyorum. Meraklanıyor, ipucu istiyor. Ama vermeye niyetim yok. Git gide merak ediyor. Senin için yaptım diyorum küçücük gülümseyişimle. Mutluluğunu görüyorum. Onun için yaptığımı söylediğim ender şeylerden biri. Her garip davranışıma “ender şeylerden birisin sen” diyen bir adam için az gibi geliyor. Onun bana bunu dediği her an aklıma evimin güzel bir yerinde duran ender şeyler kitabı geliyor. İçerisinde tabiat olaylarının kırk yılda bir olanını, narin ve değişik deniz canlılarını barındıran ve canlı renklerle resmeden bir kitap. Onca nadirlik ve enderlik içeren bir yayımda beni de onlar gibi nitelemesi hoşuma, bazen de garibime gidiyor.
-“Hazır mısın?”
-“Evet. Çatlattın ama.. Hadi.”
-“Tamam. Ama samimi fikrini diyeceksin.”diyorum ve göstereceğim bölümü açıyorum.
Yalnızken çektiğim kendi fotograflarımı gösteriyorum bir bir. Çıplak, yarı çıplak, vücudumun belirli yerlerine yapılan bondage uygulamaları ve mumların üzerimde sonlandığı kareler. Çektiğim fotograflar birkaç tur dönüyor. Tepkisini ölçemiyorum.
-“Evet..Ne düşünüyorsun?”
-“Beğendim. Her şeyden önce bana yapılmışlar beğenmem mi?
-“Başka?”
-“Evet.. Erotik sitelerde buna benzer çekimler gördüm. Ama bunların benim sevgilimin vücudunda yapılması değişik bir his. Ben sana kıyamıyorken, bunları kendine yapma isteğin bazen aramızda sorun yaratacak diye endişe etmiyor değilim. Bu konuda destek almak ister misin?”
-“…”
Susmamdan hoş karşılamadığımı anlamış olacak ki. Beni anladığını, her halimi sevdiğini, sadece bana yetemeyeceğinden endişe ettiğini dile getiriyor. Farklı farklı kelimelerle kurduğu aynı anlamlı cümleleriyle. Kafamı sallıyorum incinmediğimi belirtmek adına. Ama asla gerçek değil. Ben acaba bir şeyler değişir mi diye çabaladıkça red ediliyorum bunu anladım o gece. Bir karar vermem gerekecekti. Ya böyle içimde eksik parçalarımla yaşayacaktım ya da ciddi anlamda beni tamamlayacak bir hayata doğru yönelecektim. Hangisi benim için doğru olurdu? Yoksa hem onun sevgilisi, hem birinin kölesi mi olmak lazımdı? Bu hayat herkesçe kabul görmediği için ikinci bir hayatı gizlice yaşamak aldatma değil miydi? Bunu saklamak ağır bir yük. Paylaşmanın tokatı da ağıra benziyor. Şimdiden öyle en azından benim için.
Kasılan dudaklarımla kendimi ağlamamak için tutarak hiçbir şey yokmuş gibi yapmaya çalıştım. Notebooku kaldırdım ilk iş. Kadehleri elime alıp, kahve yapacağımı söyleyerek onu yalnız bıraktım salonda. Bardakları makinaya yerleştirdim. Su ısıtıcısına suyu koydum. Ellerim titriyordu. Sinirimden. Öfkemden. Hem de nasıl? Nasıl titriyordu. Tuvalete koştum kapattım kendimi. Onun bunu görmesini istemedim. Suyu açtım ki sesimi duymasın. Yüzümü yıkadım. Gözümdeki kızarıklığın geçmesini bekledim. Ama ne kadar beklenebilirdi. Anlaşılacağını az çok bilerek mutfağa geçtim. Kahveleri hazırladım. Elimde iki fincanla her şey yolunda gülümsememle içeriye girdim. İçeride değildi. Elimdekileri masaya bıraktım. Yatak odasına baktım. Seslendim. Bir cevap alamadım. İçimde küçük bir sızı oluştu. Ne yapmam gerektiğini bilemedim. Holde olduğum yerde çöktüm. Ne yapmam gerekirdi şimdi? Telefonla arasam, gel mi desem? Mesaj daha mı anlamlı? Gelişinin bir anlamı var mı? Peki ya gidişinin? Belki bu gidişi bazı şeyleri güzelce bitirecekti? Şimdi onlarca soru, onlarca olasılıkla küçücük evimde buna bile bir çare bulamadım.
Kalktım. Salona geçtim. Masadan kendi kahvemi aldım. Televizyonu açtım. Kanallarda izleyecek bir şey bulamadım. Müzik kanallarını taramaya başladım. Sürekli ardı ardına klipler çalan bir kanal buldum. Şarkılar çok güzeldi. Kendimi git gide kaptırıyordum duyduklarıma. Kalkıp o gecenin ikinci şarabını açtım. Odama gidip dolabımı açtım. Siyah kısa elbisemi, file çorabımı ve topuklu ayakkabımı giyindim. Dudaklarımı boyadım sadece. Fuşya güzel durur diye düşündüm dudaklarımda. Saçlarımı açtım. Tepemde toplu kaldığı sürede dalgalanmıştı. Yürümeyi beceremediğim ayakkabılarla holün yarısında durup eğildim ve yerde beni bekleyen şişemi aldım. Müziğe doğru yürüdüm. Işıkları kapattım. Ekranda görüntüler değiştikçe salonun içi kişisel diskom gibi görünüyordu. O gece benim için açılmıştı mesela burası. Bütün içkiler benimdi. Belki izleyen gözler vardı beni. Benim dansıma bakıyordu. Belki beni beğeniyordu. İstiyordu. Bir süre sonra ayakkabılar sıktı beni. Çıkarttım ayaklarımdan. Şişenin çoğu bitmiş. Elimden hiç bırakmamışım. Bir kadehi bile çok görmüş gibi sadece dudaklarımla içmişim. Çok mu bu davranış? Yoksa az mı? Durdum bir ara. Ya dedim sen ne diye soru soruyorsun hep kendine salak mısın? Kim sana ne yaparken izin alarak yapıyor? Sen ne saçmalıyorsun? Artık bırakılması gereken ne varsa her şeyi orada bırakma kararı aldım. Bilmem kaçıncı kararım hayatıma hoş geldin diyerek şişeyi kaldırdım. Sarhoş olmaya başlamıştım. Balkona çıktım. Demirliklere tutundum. Derin derin soluk aldım. Bir aşağı bir yukarı yürüyordum küçücük balkonda. Salona geçip kırk günde bir sigaralarımdan birisini yaktım. Balkona tekrar çıkıp pencere çıkıntısının üzerine oturdum. Kalkmak için demire tutunmak istedim ama bir an dengemi kaybettim. Gece içinde yankılandı bir ses..
-“Dikkat et!!! Düşeceksin!!”
Toparlandım. Kim dedi bunu diye bakmaya çalıştım. Geçte olsa gördüm. Sol çaprazımdaki apartmanın üçüncü katındaki bir adam.
-“İyi misin? İyi misin dedim?”diyor.
Elimi havada sallayarak evet diyorum. İçeri geçiyorum. Kahve hazırlamaya başlıyorum. Üzerimden elbisemi çıkartmak için fermuarımı açıyorum. Kapı çalıyor. Otomatiğe basıyorum. Adım sesleri yaklaşıyor, kapımın önünde son buluyor. Kulağım kapıya yapışık, kimin geldiğini soruyorum.
-“Karşı komşunuz. Merak ettim. İyi misiniz?”
-“Eevet.. İyiyim. Çok mu kötü görünüyordum?
-“Kötü değil. Endişelendirdiniz, hepsi bu.”
Böyle kapı arkasından konuşmanın ayıp olduğunu düşünüp, aralıyorum. Saati soruyorum. Geç olduğuna karar veriyorum. O sırada su ısıtıcısının sesi geliyor.
-“Kahve içmeyi düşünüyorum, sende ister misin?” diyorum. Kabul ediyor. Salona alıyorum onu. Ben mutfağa geçiyorum. Yarım yamalak çektiğim fermuarı düzeltiyorum ilk iş. Fincanlara kahveleri koyuyorum. Nasıl içeceğini soruyorum. Sert içtiğini söylüyor. Elimde fincanlarla yürürken, korkuyorum anlamsızca. Bilmem kaç saat önceki gibi salonu bomboş bulma ihtimalimden dolayı. Bir nefes çekiyorum. Derin ve sessiz. Adım atıyorum. Beni görünce ayağa kalkıyor. Kahve için teşekkür ediyor. İlk başta susuyoruz biraz. Benim başlamam gerek diye düşünüyorum.
-“Teşekkür ederim öncelikle, gece gece hiç tanımadığın bir kadın için kendi yordun, uykusuz kaldın. Kırmadın bir de kahve içiyorsun. Çin işkencesi gibi oldu biraz değil mi?”
-“Yoo aslında olmadı. Ben de uyuyamadım. Balkona çıkmıştım. Müzik sesi duydum güzel bir melodi nerden diye bakınıyordum. Sen çıktın balkona. Açılan kapıdan ses çoğaldı, netleşti. Sonrasını biliyorsun. İşin garibi hiç görmemiştim seni bu zamana kadar. Yeni mi taşındın?”
-“Çok yeni sayılmaz. İki yıl oldu.”
-“Ooo. Gerçekten uzun zaman olmuş.”
-“Evet olmuş değil mi?”
Kendisinden bahsediyor. Anne ve babasının emeklilikten sonra küçükken yazlık olarak kullandıkları eve taşındığını, orada daha huzurlu olduğunu, gitmelerine alıştığını yurtdışında eğitimini görmüş olmasının bu süreci kolaylaştırdığını, şu anda yalnız yaşadığını anlatıyor. Bir reklam şirketinde proje müdürü olarak çalışıyormuş. Bütün bunları sormadan anlatıyor. O bunları anlatırken dinliyorum ama kendimce değerlendiriyorum onu. Kelimelerine bakıyorum. Seçişlerine bakıyorum. Sürekli susmamdan anlar gibi bir hali var. Böylece aptal biri olmadığını düşünüyorum o an onun. Sonra bana soru soruyor. Neler yapıyorsun, mesleğin diyor. Anlatıyorum. İlgisini çeken birkaç şeyi soruyor. Cevaplıyorum. Kahvelerimiz bitiyor. İkincisini büyük bir samimiyetle kendisi istiyor. İçine biraz konyak eklemeyi teklif ediyorum kabul ediyor. Fincanını veriyorum ve hemen ikili koltukta yanına oturuyorum. Sever mi bilemeden, şekerli sigaralarımdan ikram ediyorum. Teşekkür edip, kendi sigarasını çıkartıyor. Gümüş bir tabakayı kotunun arka cebimden çıkartıyor. Bakmak için istiyorum, uzatıyor tabakayı. Bakmaya doyamayacağım güzel desenine dokunuyorum dakikalarca. Çok beğendiğimi görebilmiş olacak ki; bir benzerini görürse aklında olacağımı belirtiyor. Gülümseyerek teşekkürümü iletiyorum. Bunları konuşurken saat sabahın 4’ü. Beni evde yalnız bırakıp giden adamdan ses seda yok. Çok güzel diyorum içimden, ama üzgünlük mü bu içimde hissettiğim bilemeden. Sanırım o anda ondan uzaklaştığım çok belli olacak ki; iyi olup olmadığımı soruyor. Endişeye gerek olmadığını açıklamaya çabalıyorum. Güzel bir konuşma devam ediyor aramızda. Konuşabileceğim biri gibi geliyor o an bana.
Saat sabahı getirirken, gidebileceğini anımsatıyor. Buna gerek olmadığını, biraz sonra kahvaltı hazırlamayı düşündüğümü, bana eşlik etmesini söylüyorum. Kabul ediyor. Ama tek şartla. Şimdi o fırına taze çıkan ekmek almaya gidecek, ben çayı ocağa koyacağım, o dönüşte eve uğrayıp gitarını alacak ve sonrasında güzel bir kahvaltı yapacaktık. Ben de bu teklifini kabul ediyorum. Görüşürüz diyerek kapıdan uğurluyorum onu. Çaydanlığa bol miktarda suyu koyup, duşa giriyorum. Üzerimdeki hafif içki ve ağır uykuyu üzerimden atıyorum. Üzerime basit bir eşofman geçirip, çayı demliyorum. Hatta çok az bergamut çayı ekliyorum. Bu koku haşlanma safhasında bütün evi kendi büyüsü altına almaya başlıyor. Saat 6’ya yaklaşırken kapı hafifçe çalınıyor. Dürbünden onu görünce açıyorum. Listelerken gazete demeyi unutmuşum ama aldım demek oluyor ilk işi. Gülüyorum, “İyi yapmışsın.”derken.
Masaya getirmeye başlıyorum hazırladıklarımı. Çekinmeden mutfağa geliyor. Ben de misafir muamelesi yapmıyorum ona. Ne de olsa çay koyacak, ne var ki bunda. Süzgeci bulamıyor. Yerini söylüyorum. Kadınların kendilerine saklayacak, saklanacak yer bulma yeteneklerine olan beğenisini dile getiriyor, sivri bir dille. İlk başta laf sokma gibi geliyor, sonra hak veriyorum. Kendimizi sunarken de, giderken de hep kendi kararımızı almıyor muyuz? Aslında erkek değil, hep biz ne istersek oluyor. Canımız isterse seks yapıyoruz, canımız isterse yemek ve temizlik. Sadece mutsuz olmayı istemsiz bir şekilde yapmaktayız. Hatta bazen bilerek. Bunda da zevk aldığımız içindir muhakkak.
Kuruluyoruz masaya. Teşekkür ediyor bu davet için. Ben de katıldığı için teşekkür ediyorum. Portakal suyu almak için kalkıyorum. Ona sesleneceğim sende ister misin demek için ama o anda adını bilmediğimi fark ediyorum. İki bardak ve şişeyle giriyorum salona. Masanın başında durup:
-“Ben portakal suyu içecektim. Sende içer misin diye sormak istedim. Ama diyemedim. Neden dersen adını bilmiyorum, garip değil mi? (Gülüyorum) Benim adım …., sen?”diyerek elimi uzatıyorum.
-“Özgür. Benim adım da Özgür”
-“Memnun olduğumuz ortada. Hadi devam edelim. Özgür, portakal suyu içer misi?”(Yine gülüyorum, hatta buna küçük bir kahkaha diyebilirim)
-“Çok sevmem ama bugünün anısına yarım bardak olabilir.”
Oturup kahvaltı ettiğimiz süre içinde birkaç gazetenin manşetini konuşuyoruz. Kendimizce yorumluyoruz. Şirkette şu anda aldıkları yeni projeden bahsediyor genel hatlarıyla. Merak ettiklerimi soruyorum bende. Yazın yaptığım ev reçelinden bir dilim ekmek hazırlıyorum, yorumunu bekliyorum. Bu sırada kapı çalıyor. Otomatiğe basıyorum. Gelen o. Konuşmak istiyor. Kapının eşiğine çıkıyorum, misafirim olduğunu ve müsait olmadığını dile getiriyorum. Saçma sapan sözler demeye başlıyor, canı yanan her erkek gibi. Dönüşün imkansız olacağı şeyler. Her zaman kibarlığını beğendiğim, altında ezildiğim adam şu anda gözümde kelime kelime küçülüyor. Artık gitmesi gerektiğini söylüyorum ve gidiyor. Onun gidişiyle ve bir şeyleri bitirişle rahat hissediyorum kendimi. Çabuk alışıp, çabuk vazgeçebiliyorum. Ve ben bu yanımı seviyorum, doğru olduğunu düşünüyorum. Kahvaltı bitmek üzere gibi.. ben televizyonu açıyorum. Dün gece dinlediğim müzik kanalı açılıyor hemen. Oldukça kısıyorum hafif bir sesle dinliyoruz şarkıları. Ben masayı kaldırıyorum. Tabakları bulaşık makinasına yerleştirirken, kahve için su kaynatıyorum. Özgür’ü çağırıyorum yanıma. Kahvelerden hangisini ister diye soruyorum. Koklatıyorum bir bir. Birini seçiyoruz. Fincanlara koyuyorum. Birlikte geçiyoruz salona. Koltuğa oturmadan gitarını alıyor eline. Çalacağı her halinden belli. İkili koltuğun ortasına oturuyor. Bende bir pufun üzerine oturuyorum, yakınındayım. Slow ve huzurlu bir şarkıyla başlıyor. Daha önce duymadığım bir şarkıyı çalıyor bana. Bir sigara yakıyorum ve kahvemden yudumluyorum.
Bakıyorum. Bir şeyler düşünmeden bakmaya çalışıyorum. Karşımda uzun dalgalı saçları ve buğday teniyle kendi müziğini yapan bir adam var. Yüzündeki kirli sakalına ara ara takılan ince saç telleri. Huzur ve zarafetle tellere değen parmak uçları. Kotunun dizleri yer etmiş ve üzerinde düz siyah bir t-shirt. Üzerindeki tek bizden olan şey parfümü. Bilindik güzel bir koku. Birilerini anımsatan cinsten. Ona özel olmayan belki ondaki tek şey bu.
-“Sigaranın külü düşecek!”
-“Ha evet bitmiş.”
-“Evet bitti.”
Külün düşmesi an meselesi. Küllüğü o bana uzatıyor silkmem için. Oldukça yakınlaşıyoruz. Ben teşekkür edip uzaklaşıyorum. Bu sefer yanlış yapmak istemiyorum çünkü. Uykum geliyor artık. O çalarken başımı koltuğa kokuyorum, oradan bakıyorum ona. Bu açıdan da yakışıklı geliyor bana. Öyle yorgunum ve müzik öyle huzurlu ki; o şekilde sızıyorum. Bir elin başımın altında diğeri kucağımda, puftan kaymış yere temas eden bacaklarımla uyuyorum. Ben uyuduktan sonra da çalmaya devam etmiş bir süre. Beni uyandırıyor,
-“Hadi yatağına yatırayım seni.” diyor. Mırıldanarak kalktığımı anımsıyorum. Yatırıyor yatağıma,
-“Uyu” diyor.
-“Senin uykun yok mu?”
-“Var”
-“O zaman…”diyorum ve elimle yatağa birkaç kez vuruyorum buraya gel gibisinden. Düşünüyor olacak ki; gelmesi bir-iki dakikasını alıyor. Birbirimize değmeden öylece uyumaya başlıyoruz.
Fazla mütevazilik "hiçliktir."
Değer Yönetimimiz, Sevgili Mdp ve Sallenaz'ın Affına sığınarak yazdığım hikaye ile ilgili olarak yapmış olduğum yasal bir girişimi paylaşmak istedim. Okuyan herkesin dikkatini çekmesi amacıyla renk kullanmak zorunda hissettim, sanırım hak vereceksinizdir.
ÖNEMLİDİR...
Herşeyden önce zevk aldığım bir şeyi yazıyorum, yazmaya çalışıyorum. Artısı ve eksisi ile benim. Herkes iyi niyetli olamayabiliyor kabul edersiniz ki. İleride gözden geçirip, yayınlamayı düşündüğüm küçük çalışmamı geçtiğimiz günlerde Noter aracılığı ile onaylattığımı, yazılan yazının içeriğinin resmi adıma ve nickime tescillendiğini, kitap yayınlanırken nickname kullanma durumu gözönüne alınak "mephistophelique" adının adıma onaylanmış olduğunu, bu sebeple gerek nick'im gerek ise Doktor Master ile ilgili alıntıların resmi olarak ceza unsuru oluşturabileceğini sizlerle paylaşmak istedim. Anlayışınız ve bunca süredir devam eden desteğiniz için teşekkür ediyorum. Sevgiler, Saygılar. mephistophelique..
yönetim uyarısı:site genelinde renkli yazma hakkı sadece yönetim ekibine aittir.. Bu nedenle msj ın bold olarak degiştirilmistir.
LADY SADE
Fazla mütevazilik "hiçliktir."
Akıllıca tebrikler mephistelique
I must not fear
Fear is the mind killer
Fear is the little-death that brings obliteration
I will face my fear
I will permit it to pass over me and through me
And when it has gone past
I will turn the inner eye to see it's path
Where the fear has gone there will be nothing
ONLY I WILL REMAIN
http://img411.imageshack.us/img411/7394/c413863fef454f219c2cfb5ms8.jpg
Ne kadar süre yatıyoruz bilmiyorum. Telefonun sesine uyanıyorum. Gözlerim açık çaldığını duyuyorum. Ama halimden o kadar memnunum ki; o şeklimi bozmak istemiyorum. Başım göğsünde ve ellerimde saçları. Bu şekilde gözlerimi açıyorum. Tüylerim ürperiyor o sahneye dışarıdan bakınca. Daha fazlasını istiyorum ama cesaretim yok. Bir gün arayla ikinci kez red edilmek ağır gelebilirdi bana. Saçlarını okşuyorum küçücük dokunuşlarla. O da uyanıyor. Uyumanın iyi geldiğini söylüyor. Teşekkür ediyor. Bu teşekkürü kendimi kötü hissetmeme neden oluyor. Kendimi çekiyorum ona yapışık bedeninden. Bağdaş kurup kendi tarafımda, komodin üzerimdeki tokayla saçımı tepemde topluyorum. Penceresini açıp odanın içerinin havalanmasını sağlıyorum. Uyumadan önceki o etkileşimi bir türlü bulamıyorum. Sanki o hata yapmış gibi davranıyor, benden etkilenmedi. Sıkılmış bir şekilde ayakkabılığa doğru yürüyorum. Üzerindeki cep telefonuma bakıyorum. Cevapsız iki arama ve bir mesaj. Arayan Dr.Master ve mesajda ondan. Yakında buluşacağız hazırlan. Önümüzdeki hafta sonu olabilir. Cevap vermiyorum mesaja, hemen siliyorum. Biraz boğazım acır gibi. Sırf bir şeyler içmiş olmak adına şu sallama meyve çayları kutusunu indiriyorum dolaptan. Özgür ne içer bilemiyorum. Sormak için yatak odasına gidiyorum. Yatağın ucuna oturmuş, elinde başucumdaki fotografım. İnsanın kendisini çektiği flu fotograflardan biri. Elimde kutu yaklaşıyorum.
-“Ne içeriz? Bak bakalım ne beğenirsin? Limon, Nane, Yeşil çay, Böğürtlen..”
-(adımı söylüyor) “Ne güzel çıkmışsın.”
-“Beğendin mi?”
-“Hem de çok. Gerçekten güzel.”
-“Ben aslında sevmem o fotografımı.”
-“Sevmeyeceği şeyi başucuna koyacak biri değildin sen.”
-“Tamam itiraf ediyorum. Ukalayımdır ben ve kendimi beğenirim. Birçok halimi ve bu halimi de seviyorum”(gülümsüyorum)
-“Ben de sevdim.”
-“Evet. Ne içiyorsun.”
-(yine adımı söylüyor)”Ben sana bir konuda yalan söyledim.” Şaşırıyorum duyar duymaz.
-“Hangi konuda?”
-“Seni ilk kez görmem konusunda. Sence bu doğru olabilir mi?”
-“Olabilir elbette. Herkes bir koşturmaca içinde. Mesela ben seni gerçekten ilk kez gecen gece gördüm. O yüzden senin beni ilk kez görmüş olabileceğine de inandım. Ayrıca neden bunu gizledin. Görmüştüm daha önceden diyebilirdin.”
-“Evet derdim. Ama diyemedim. Ya da demek istemedim. Şimdi demek istedim. İstiyorum yani.”
-“Tamam. Dedin. Ben de biliyorum artık. Önemli bir konu olmadığı için geçeceğim bu konuyu ama bir daha olmamasını tercih ederim, kendi adıma. Olur mu?”
-“Olur. O zaman benimle gelmen gerek. Benim evime. O zaman her şeyi görmüş olursun ve bir daha sorun yaşanmaz da sanırım.” İkinci defa şaşırıyorum. Detay istiyorum ama verilmiyor. Biraz çekinerek gidiyorum onunla. Ayağıma spor ayakkabılarımı geçirip, anahtarını alıp evimin eşlik ediyorum ona. Asansörüne biniyoruz apartmanın. Merdivenlere alıştığımdan asansör bu heyecanla birlikte bana biraz sıkıntı veriyor. Kapıdan içeri giriyoruz. Benim evimi anımsatan bir yapısı var. Oldukça az eşya ve az renk. Ev itici gelmiyor. En azından salonu.
-“Göstereceğim şey çalışma odamda. Gelir misin?”
-“Tamam gelirim. Oldukça merak ettim.”
Küçük bir hol ve sonunda bir oda. İçerisi karanlık. Özgür giriyor oda ya birkaç adım atıyor içinde. Tepede bir ışığın odayı aydınlatmasını umuyorum ama küçük bir duvar lambası loşlaştırıyor odayı. Özgür lambanın önünden çekildiğinde kendi resmimi görüyorum. Şaşkınlık, korku ve biraz kızgınlığı barındıran bir gülümseme belirmiş olacak ki; açıklama yapmaya başlıyor.
-“Seni ilk balık pazarında gördüm. Sanırım birkaç gün sonrasında kiliseye girerken. Ne yapacağımı bilemeden ben de peşinden daldım. Mumların olduğu yerde, birkaçını seçerken seni izledim ve onları diğer dilek mumlarıyla tutuştururken. Artık ne diledin bilmiyorum ama ikinciyi yakarken çok mutsuz, umutsuz gördüm seni.”
-“Huzur dilemişimdir.”
-“Bilemiyorum. Dileğinle de ilgilenmedim. Ben sana bakıyordum. Nasıl üzüldüğüne. Haline tavrına. O kadar etrafındayken beni görmedin. Kimseyi görmediğini fark ettim. Sana o şekilde nasıl yaklaşırdım ki. Ne yapmalıydım yani. Yaklaşıp tanışmak istediğimi mi söyleseydim, bir yere mi davet etseydim. Anladığım kadarıyla bunlardan birini bile yapmak her şeyin sonu olurdu.”
-“Evet, kabul etmezdim.”
-“Bir gün evdeydim. Dışarı bakıyordum. Sen belirdin sokağın başında. Sana bakıyordum, yaklaşmana. Bir arkadaşına denk geldin. Konuşmaya başladınız. İlk kez o zaman gülümsediğini gördüm. Konuşmanız bitince sen yine soğuk yüzüne döndün. Her şeyi o an göze aldım. Makinamı aldım odamdan, senden bir şeye sahip olmak adına. Kapının önüne geldiğinde diz çöküp yere bırakılan zarflardan sana ait olanları ayırmaya başladın. Yüzünü net alamıyordum. Çantandan anahtarını çıkartmaya çalıştın ama bulamadın, elinde zarflar işi zorlaştırdı. Zarfları dişlerinin arasına sıkıştırdın. Elin çantada. O halde yüzünü biraz olsun görmek öyle çekmek istedim kareyi. Pencereyi biraz araladım ve “şşşiiittt” dedim sen de hemen ses döndün. İşte bu o andır.”
Başımı biraz yana eğip baktım. Siyah beyaz hazırlanmış bir fotograf. Sadece renkli olan iki detay var. Dudaklarımdaki ruj ve tırnaklarımdaki ojeler. Gerçektende hoş duruyor bakınca. Bazen basit bir an birileri için ne kıymetli oluyor onu anımsadığım birkaç andan birisi oluyor yaşadıklarımız ve anlattıkları. Kızmaya hakkım yok gibi geliyor. Ben üzülmemiş miydim yataktan kalkarken onun için önemli değilim diye, önemliymişim diyorum. Şimdi ne yapmalıyım diye düşünüyorum.
-“Hadi bana gidelim, daha meyve çayı içeceğiz.”
-“Gidelim.” Kapıyı çekip çıkıyoruz. Benim evimin kapısının önünde duruyoruz, ben anahtarı yerleştirmek için eğiliyorum.
-“Yine o sahne ve bu kez yakınında olmak güzel.”diyor ben de gülümsüyorum. Bu halimle mi?dercesine elimle kendi üstümü başımı gösteriyorum. Verilen cevaplar birbirinden güzel oluyor. Artık soru sormamaya özen gösteriyorum. Çıkıyoruz eve meyve çaylarımızı içiyoruz. Bir iki şarkı daha çalıyor gitarıyla. Acıkıyoruz ve dışarıya çıkıyoruz. Bir büfeden kumru alıyoruz elimizde kumrular ve içeceklerimizle, yürüyerek karnımızı doyuruyoruz. Çok gülüyorum onunlayken. Sinemaya gidiyoruz sonra. Güzel bir İtalyan filmi. Alt yazılı olduğu için okumakta güçlü çekiyorum. Ara ara bana anlatıyor anlayamadığım yerleri. Sinema çıkışı sabah kapıya gelenin kim olduğunu soruyor yarım ağızla. Hatalı bir ilişki olduğunu, bitmesi gerektiği için bittiğini söylüyorum. Fazla detay vermiyorum. Duymak istediğini düşündüğüm şeyi söylüyorum. O da fazlasını bilmek istemiyordu bence. Yolda yürürken içkili adamların yanından geçiyorduk, korkma der gibi sarıldı, yolun başına gelirken elini indirdi. Çok mesafeli olduğumu düşündüm. Ben sevmiyorum böyle uzatmaları, çocuksu şeyleri. Olacak ise olmalı, olmayacaksa başlamamalı; başlayacak mı diye de gün geçirmemeli düşüncesindeyim. Çoğu zaman yanıldım, ama bakışlarını sevdim ve zor bir gecemde yanımda olmadı etkiledi beni. Yürümeye devam ediyorduk eve az kalmıştı. Köşedeki ev işi kurabiye yapan dükkandan bir şeyler aldık. Sabahın hesabını bile yapmadık. Nasıl gideriş işe demedik. Oturduk yan yana, önümüzde çaylar ve kurabiyelerimiz başladık anlatmaya. Sevdiklerimiz, sevmediklerimiz, umutlarımız, yaşadığımız kaoslar. Ben bu sefer tutkularımı anlatmadım. Sustum. Anladım ki her zaman doğru biri olmalı ama doğruları konuşmamalı. Bu sefer aldığım kararımı uyguladım. En azından o an için.
Oturduğu evi sevdiğini ama amacının bahçe içinde iki katlı bir ev olduğunu, mesleğini sevdiğini, gitar çalmaktan zevk aldığını, stresli olduğunda yemek yaptığını, en sevdiği rengin siyah olduğunu, hatta anlamsız şekilde burçlar ve tarot falından bile bahsettik. Bazen soru cevap bazen aklımıza gelen şeyi sonunu bir gerçeğe bağlamadan anlatarak saatleri hakkını vererek tükettik. O arada telefonlarımızı verdik birbirimize, olur da aramak istersen diyerek. Olurda aramak mı? Hem de nasıl diyordum içimden. O an bile onunla sevişmek istiyordum. İlk kez benim için ne der demiyordum ama ilk defa böyle de kasıyordum kendimi. Evet yaşanacaktı bir şeyler ama zamanını bekleyecektim. Uyumaya karar verdik. Ben odama gittim kapıyı yarı kapatıp üzerime geceliğimi giydim. Özgür’e seslendim. Geldi. Işığı biraz kısmasını istedim. Kısıp yatağa geldi. Böyle yatarsa rahatsız olabileceğini isterse misafir pijamalarından birisini verebileceğini söylüyorum. Gerek olmadığını, t-shirt’ünü çıkartmanın yeterli olacağını söylüyor. Tamam demekten başka bir şey kalmıyor bana. O uzanıyor yatağa ben de yanına. Bakıyoruz öyle tavana. Ben bir süre sonra gülmeye başlıyorum. O da benim o halime. Kolunu yana uzatıp, beni çağırıyor. Hemen gidiyorum yanına. Ona dokunmak gibi huzur veren bir şey yok o anda. Huzur bu olsa gerek. O mutlulukla uyuyorum. Bir süre sonra o da uyumuş. Bütün gece kıpırdamadan uyumuşuz. Telefonun alarmı ile gözlerimizi açıyoruz. Duşa girmeden çayı koyuyorum. Çıktığımda demlenmiş buluyorum. Salona giriyorum, boş. Yatak odasına giriyorum. Burası da boş. Gülüyorum artık kendime. Kader mi demek gerek buna diyorum kendimce. Ama acımak niyetinde değilim artık her şeye. Saçımdan damlamaya niyetli suları havluyla kuruluyorum. Tararken gözlerim yavaş yavaş dolmaya başlıyor. İşte o anda beni kendime getirecek bir tokat atıyorum kendime, üstüne de bir seans ağlama. Üzerimi giyiniyorum işe geç kalmamak için. Kapının açıldığını duyuyorum, kafamı yatak odamdan uzatarak bakıyorum. Özgür’ü görüyorum. Üzerinde baştan aşağı siyah klasik bir takımla karşımda. Şaşkınlığım çok belli olmuş olacak ki; ben duştayken zaman kazanmak adına eve gidip giyindiğini söyleme gereği duyuyor. Ben ise tahmin ettiğimi söyleyerek odaya kaçıyorum. Şişmiş gözlerimi bir rimelin ve göz kaleminin ardına saklamaya çalışıyorum.
-“Canım, çaylar hazır, kurabiyeler de. Hadi gel!”diye sesleniyor.
Bana “canım” diyor diye seviniyorum. Koşa koşa salona gidiyorum. Masada bacak bacak üstüne atmış beni bekliyor. ne hoş görünüyor böyle. Gülümseyip, karşısına oturuyorum. On-onbeş dakika böyle oturuyoruz. Sonra işe gitmek için çıkıyoruz evden. Beni ofise bırakıyor. Ofise çıkıyorum telefonum çalıyor. Arayan Özgür. Bir sorun oldu diye düşünerek açıyorum. Aşağıya inmemi istiyor. Elimde telefon iniyorum. Asansörden iner inmez beni karşılıyor ve öpüyor. Yarım yamalak karşılık veriyorum şoktan. Akşam bir aksilik olmazsa birlikte eve döneceğimizi söylüyor. Kabul ediyorum.
Öğlen nasıl oluyor anlamıyorum bile. Mail geliyor ondan.
“Sana mesaj atıyorum cevap vermiyorsun. Arıyorum açmıyorsun. Bilinçli olarak yaptığını sanmamak istiyorum. Bedeline katlanamayacağından endişe ediyorum. Bu Cuma son buluşma günü. Şartları koşulları ben sana bilemen gerektiği kadarı ile ileteceğim.” Bu yazıyı okuduğumda fena bir sinir içimde köpürüyor. Cevap yazmam gerektiğini düşünüyorum.
“Bu ilk ve son cevabım. Seninle asla buluşmayacağım. Bu her ne ise benim için bitmiştir.” Korkarak yazdığım bu mesajın cevabı için çok beklemiyorum.
“Küstahlığının bedelini ödeyebilmen dileğiyle.”
İş, güç, koşturmaca, Özgür ile dolu bir hayatım başlıyor. Alışkın olduğum hayatım içinde güzel bir şeyler olmaya başlıyor. İdare etmekten vazgeçtiğim anda mutlu olmayı öğrendiğimi anlıyorum. Cuma günü her şeye rağmen yalnız kalmama çabasındayım. Özgür şirketten birkaç çalışan ile toplantıya gidecek İzmir’e, annem tatilde.. Birkaç arkadaşımı arıyorum. Avrupa yakasındaki bir dostum evine davet ediyor.içime tam sinmese de kabul ediyorum.
Özgür ile o sabah küçük bir yerde güzel bir kahvaltı yapıyoruz. Özlemle ayrılıyorum, çabuk gelmesini dile getirerek. Arkadaşıma gideceğim için işlerimi bir an önce bitirme düşüncesindeyim. Doktor ise mesajları ile tacizde. Artık cevap bile vermiyorum. Yemeğe bile çıkmıyorum. Akşam saat 4 gibi bitiyor işlerim ve çıkıyorum. Belli bir yere kadar otobüs daha sonra metroya binmek varış süremi kısaltacağa benziyor. Otobüsten iniyorum. Metroya giriş yapıyorum. Jeton alıyorum iki tane. Nasıl olsa dönüşte gerekecek. İkinci bir kuyruk derdinden kurtuluyorum böylece. İlk kez bu yöne gideceğim. O yüzden güvenlik görevlilerine soruyorum. Yardımcı oluyorlar. Yürümeye devam ediyorum ve bekliyorum metronun gelmesini. Çok fazla sürmüyor geliyor, kapıları açılıyor. Kalabalık içine dolmaya başlıyor. Bir yer buluyorum oturacak. Hangi durakta inemem gerektiğini biliyorum, kaçırmamak için takip ediyorum.
Yanımdaki adam saati soruyor bana:
-(Saatime bakıp) Şu anda tam 5:10 diyorum. O anda göz göze geliyoruz.
-“Sen hiç akıllanmayacaksın”diyor bana.
-“Seni şimdi şikayet edeceğim, fazla oldun sen.”diyorum.
Birden elime bir kelepçe geçiriyor, kelepçenin diğer ucu da kendi bileğinde. Boştaki elimle bileğimi kapatmaya çalışıyorum kimse ne olduğunu anlamadan. Bir harala gürele oldu ama ne olduğu belli olmasın çabasındayım. Açmasını söylüyorum. O ise susup, sırıtmayı. Ne söylediysem kâr etmiyor. İnmem gereken durak geçip gidiyor. Durumu anlatmaya çabalıyorum, dinlemiyor. Söylediği tek şey var:
-“Bu son buluşma. Sonrasında azâd edileceksin. Şimdi sus!” ağzından başka bir şey çıkmıyordu.
Sürekli bunu duymak bir süre sonra beni germeye başladı. Son durağa gelmiştik. Herkes inmeye başladı. Biz de kalktık. Kapıya yaklaştığımızda durdurdu beni. Sen burada bekle bakalım dedi. Kendi bileğinden çıkarttığı kelepçeyi demir tutacaklara geçirdi. Söylediğim hiçbir şeyi dinlemiyordu. Herkes tekrar dolmaya başlarken metroya ben ellerimde kelepçeyi gizlemeye çalıyordum. Ben o halimi gizleyeme çalışırken o beni en rahat takip edebileceği yere geçmiş beni izliyordu. Boş yerler olmasına rağmen benim öyle ayakta durmam dikkat çekiyordu. Birkaç genç oturun yer var demesine rağmen, teklifleri savuşturdum başımdan. Ben orada cebelleşirken, o bu durumdan kendisine zevk yaratıyordu. Ne yapmalıydım şimdi? Daha kaç tur böyle gidip gelecektik? Ya beni çözmezse o zaman ne yapardım ben?
Fazla mütevazilik "hiçliktir."
- 44 Forumlar
- 5,453 Konular
- 75.2 K Gönderiler
- 1 Çevrimiçi
- 9,000 Üyeler